Virginia izlenimleri...
Yediğin içtiğin senin olsun, bize gezdiğin gördüğün yerleri anlat diyorlar. Üç günlük Virginia-Maryland seyahatinin ilk durağı olan Virginia Beach, Norfolk bölgesinden söz edeceğim.
Her yazıda olduğu gibi önce nasıl gidilir’den başlayalım. Kuzey’den, özellikle New York New Jersey bölgesinden gelecek olanlar için iki alternatif yol mevcut. Delaware sınırlarında başlayan birinci alternatif yol, Washington DC civarından da geçen meşhur 95 nolu otoyol sistemi. İkinci alternatif ise, ki ben size bunu tavsiye edeceğim, yine Delaware-Maryland-Virginia eyaletlerinin üçüne de ait sınırların bulunduğu yarımada üzerinden geçiyor. Bu yolun güzelliği üç eyaleti birden peşi sıra görmenin yanında her eyaletin kendine has doğal güzelliklerini de aynı zamanda müşahade edebilmeniz.
Delaware nere ola ki?
Delaware, Amerika’nın kurulan ilk eyaleti. Oldukça küçük bir alana ve bir o kadar da az nüfusa sahip. İlk eyalet olmasından dolayı özel bir statüye sahip ki, satın aldığınız hiç bir şey için vergi ödemiyorsunuz. Bu da alışveriş meraklıları için bir tercih nedeni olabiliyor. Kimi zaman yol üstünde durup mola verilecek devasa alışveriş merkezleri görmeniz de yine bu talebe binaen ortaya çıkmış denilebilir. Delaware’ın yolları da alabildiğine geniş ve aynı zamanda yemyeşil doğa güzellikleriyle insana yolculuk boyunca huzur veriyor.
Chasepeake Bay Bridge Tunnel
Maryland’a geçtiğinizde aynı doğal güzellikler devam ediyor ve çok geçmeden Virginia sınırlarına giriyorsunuz. Bu bölgenin adı artık Chasepeake Koyu olarak anılıyor ve birazdan sizi hayatınız bambaşka bir yolculuk deneyimine hazırlıyor. Harita’dan baktığımda Chasepeake Bay Bridge Tunnel olarak gördüğüm ve yaklaşık 25 kilometre uzunluğunda olduğunu tahmin ettiğim bu köprü hayli ilgimi çekmişti. Hatta etrafımdakilere sorduğumda kimileri tünel, kimileri de köprü demişti ben tam olarak zihnimde bunu canlandıramamıştım. Önce bir köprü olarak başlayan bu devasa bağlantı, iki defa tünel şekline giriyor ve size tarifi mümkün olmayan bir deniz üstü ve altı yolculuk zevkini yaşatıyor.
Ve Norfolk...
Aslında köprüyü geçer geçmez ayak bastığınız ilk bölge Virginia Beach olarak biliniyor. Hemen bir bağlantı yoluyla Norfolk’a geçiyorum. Norfolk, bugüne kadar gediğim gördüğüm yerlerden biraz farkli bir yerleşim yeri. Daha ziyade Naval Base ( Donanma üssü ) ve Old Dominion Üniversitesi’yle isim yapmış bu kent aynı zamanda denizin ve yeşilin bir arada paketlenmiş sunulmuş bir versiyonu. Yollar yine bir Virginia klasiği olarak geniş, hatta orta kısımlarında çim şeritler bulunmakta. Bildiğiniz şehir merkezi pek yok, dağınık bir yerleşim düzeni hakim. Türk nüfus New Jersey kadar abartılı sayılmasa da azımsanmayacak kadar. Pek çoğu öğrenci olan Türk nüfusu aynı zamanda pizzacılık mesleğine de el atmış durumda. Hatta buralara kadar gelip, iş kuran Giresun-Yağlıdere’li yurdumun insanlarıyla da tanışıyoruz. Türklere ait henüz bir cami yok, üniversitenin hemen yakınındaki İslamic Center’da namazlar kılınıyor ve Türk aileler fırsat buldukça önemli günlerde bir araya gelmeye çalışıyorlar.
Norfolk’ta beni en çok şaşırtan şey, New Jersey’de dahi –bazı bölgeler hariç- karşılaşmadığım yoğun zenci nüfusu oldu. Zira Virginia hep red-neck denilen beyaz Amerikalılar’ın ve üst gelir grubu insanların yaşadığı bir eyalet olarak bilinir. Ancak, zencinin de en kötüsü olarak tarif edilen siyahi vatandaşlar özellikle pizza işiyle uğraşan Türklerin başına dert olmuş vaziyette. Hatta, soygun ve silahlı saldırı gibi talihsiz olaylar da yaşanmış yakın tarihlerde. Bir de köşe başlarında birbiriyle sohbet eden beyaz ve siyah Amerikalıları görünce yaşadığım şaşkınlığı arkadaşım, aralarında muhtemelen drug ilişkisi var şeklinde izah etti.
Bir kıyaslama : Virginia Beach & Atlantic City
Amerika’nın doğu sahil şeridinde bilinen belli başlı turizm merkezleri var. Bunlardan ilki, kumarhane cenneti olarak da anılan Atlantic City. Bir diğeri de upuzun kumsalıyla civar bölgelerden turistlerin akınına uğrayan Virginia Beach. İki şehrin plajlarını birbiriyle kıyasladığımda ciddi farklılıklar görüyorum. Örneğin Atlantic City’de tıpkı Ocean City’de olduğu gibi BoardWalk denen tahtadan yapılmış bir yol var sahil boyunca uzanan. Bu yolun bir tarafında kumsal, diğer tarafında ise alış veriş mağazaları, restaurantlar ve su parkları mevcut. Virginia Beach’te ise bu saydığım dükkanlar kumsalın hemen paralelinde uzanan cadde üzerinde konuşlanmış. Sahilin hemen kenarı yüksek tel binalarına ayrılmış. Bu haliyle bana biraz bizim sahilleri hatırlattıysa da, otellerin birbirine bu kadar yakın olmasını açıkçası yadırgadım. Ayrıca, boardwalk hadisesi sanırım burda biraz farklı yorumlanmış. Öyle denize paralel tahtadan yol yok, onun yerine betondan bir yürüyüş yolu yapılmış. Boardwalk ise, denize paralel değil, denize dik uzanan ve yerden oldukça yüksekte güzel bir manzarası bulunan apayrı bir yer olarak düşünülmüş. Ancak, bu tahta yolda yürümek 2 dolar gibi bir ücrete tabi. Dilerseniz, okyanusun hemen kenarındaki bu yol üzerinde balık da tutabiliyorsunuz.
First Landing State Park
Virginia Beach’in sahilinden ayrılıyoruz, Norfolk’a doğru yol alıyoruz. Bu iki şehri birbirine bağlayan upuzun bir yol var. Tarz olarak bizim NJ’in 130 nolu yoluna benzettim. Sağı solu alışveriş mağazaları, benzinlikler ve araba galerileri ile dolu upuzun bir yol. Bu yolun üzerinde sağlı sollu yer alan bir park var. Bir tarafı piknik yapmak isteyen ailelere yönelik ormanlık geniş bir arazi. İçinde koşu ve bisiklet yolları bulunan bu orman içi mesire yeri bizlere oldukça tanıdık geldi. Yolun karşı tarafı ise kamp yeri olarak ayrılmış. Kamp yeri dediğimizde aklınızda nasıl bir şey oluştu bilemiyorum ama kısaca tarif etmeye çalışayım. Kamp alanı hemen denizin kenarında. Deniz değil, okyanus olmasın senin şu dediğin diyenler için biraz konuya açıklık getireyim. Amerika’da bizim bildiğimiz okyanus kenarları hep dalgalıdır ve rahatça yüzmek pek mümkün değildir. İnsanlar da daha ziyade surf yapmak, güneşlenmek ya da sırf deniz suyuna girip çıkmak için tercih ederler bu bölgeyi. Ama bu sözünü ettiğim bölge, okyanusa doğrudan açılmayan bir koy olduğu için, biraz bulanık da olsa durgun bir suya sahip deniz görünümünde. Yüzmesi daha rahat ve Virginia Beach kadar kalabalık olmadığı için ortam olarak daha nezih.
Dönelim kamp yerine. Kamp yerleri, ağaçlıklar arasında birer musluğu, tahta masaları bulunan boşluklar olarak tasarlanmış. Karavan sahibi aileler için elektrik imkanı da sağlanmış. Kampın merkez bölgesinde wc’ler, duş alma yerleri, çamaşır yıkama merkezi ve küçük bir market de ilave edilmiş. Kısacası her şey düşünülmüş. Kamp yapmayıp sadece denize girmek isterseniz de günlük sadece 4 dolarlık park ücretini ödemeniz yeterli.
Mt. Trashmore District Park
Virginia Beach’teki son durağımız da bir piknik alanı oluyor. Piknik alanı, mütevazi bir gölün etrafına kurulmuş.Koşmak, yürüyüş yapmak, voleybol oynamak, toplu ısınma hareketlerı yapmak ve özellikle de ailecek barbekü yapmak isteyenlerin tercih ettiği bu bölge, girişi ücretsiz olmasıyla da ilgiye değer.
Williamsburg
Ve gezimizin son durağı Amerika’nın tarihinin en önemli merkezlerinde biri olan Williamsburg oluyor. Jamestown ve Yorktown’ı da içeren bu bölge ilk İngiliz kolonilerinin Amerikan kıtasına çıktıkları yer olarak biliniyor. Neredeyse üçyüz yıllık bir tarihi olan Amerikan Hükümeti, bu bölgeyi aslına sadık kalarak turistler için mutlaka görülesi bir cazibe merkezi haline dönüştürmüşler. Ben bu yerlşim yerlerinden yalnızca Williamsburg’ı görme imkanına sahip oldum.
Norfolk üzerinde yola çıktığınızda yaklaşık bir 45 dakikalık yolculuktan sonra Williamsburg Visitor Center’a ulaşıyorsunuz. Bu bölgey araçlarınızı park edip, civarı dolaşmanıza yardımcı olacak otobüslere binebilirsiniz. Eğer, tur halinde geldiyseniz de yine bu merkezde çevre gezisine başlamanız isabet olacaktır. Biz, Türk mantığındaki turistler olarak doğrudan kasabayı ziyaret etmeyi tercih ettik. Kasaba topu topu iki uzun cadde üzerine kurulu evlerden oluşuyor. Bu caddelerden birinin üzerinde o zamanların postanesi, kilisesi, lokantası ve evleri tarihi yapısına uygun bir şekilde tekrardan ziyarete açılmış. Etrafta eski zamanların kıyafetleriyle dolaşan giyen amcalar ve teyzeler görüyorsunuz. Hatta bir tanesi yalnızca bankta oturup örgü örmekle meşgul.
Evler mümkün mertebe birbirlerine bitişik ve ufak da olsa bahçeleri var. Asfalt yolların üzerinde at arabaları tarihin sayfalarından çıkıp gemişcesine etrafta ziyaretçileri dolaştırıyor. Etraf alabildiğine sessiz ve insanlar ‘vay be demek eskiden insanlar bu şartlarda yaşıyorlarmış’ şaşkınlığındalar. Oysa, bu bölge bana memleketimi, bir Kiraz’ımı bir Beydağ’ımı aratmayacak kadar tanıdık geliyor. Sonuç itibariyle, Amerika’da bir zamanlar hayatın nasıl olduğunu merak edenler, kovboy filmlerinin atmosferine gitmek isteyenler ve tarihi filmlere de muhtemelen ev sahipliği yapmış olan bu bölgeyi görmek isteyenlere olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir yer.
Yolculuğumuz burada noktalanırken, henüz görmediğimiz yerleri – örneğin bir Busch Gardens- bir dahaki sefere bırakmak şartıyla Virginia’dan ayrılarak ayrılıyoruz.