4 Şubat 2007 Pazar

Le Grand Voyage

Fransanın varoşlarından başlayıp avrupayı bir baştan bir başa, ardından da türkiyeden ve bir kaç arap ülkesinden geçerek kutsal topraklara uzanan bir serüveni anlatıyor bu film.öyle ki, hayatı boyunca bu ani bekleyen samimi bir mümin ile fransada doğup büyüyen aynı dili bırakın aynı dini dahi paylaşamamış bir oğul için anlamsız gibi görünen bir yolculuk belki de sonlara doğru hayatın anlamlarından biriyle bizleri başbaşa bırakıyor.filmi teknik açıdan, oyunculuk açısından ve konu açısından ele almak mümkün gibi gözükse de ben daha ziyade gurbette yaşayan biri gözüyle filmden hissettiklerimi aktarmak istiyorum.


Öncelikle, bu uzun yolculu yer yer bir belgesel tadında izleyerek pek çok ülke üzerinden adeta ben de kendimi bir sefere çıkmış gibi hissettim.türkiye sahnelerinde türkçe konuşan gümrük görevlisi ve hacca giden bu baba oğulu tokatlayan kalpazan ile her ne kadar karizmayı çizmiş gibi gözüksek de en azından yedi tepeli şehirden okunan ezan seslerinin verdiği haz başka bir şeyle değişilemez.filmin çok kısa da üzerinde dursa vermeye çalıştığı bir kültür çatışması da dikkatlerden kaçmıyor. yaşamayan bilmez belki ama burada amerikada da bu çatışma bir neslin neredeyse kaybolması gibi sonuçlar verebiliyor maalesef.hayatının son arzusunu yerine getiren samimi bir müslümanı bekleyen hazin son da filmin en duygusal sahnesi olarak zihinlerimizde yer ediyor.kısacası, vatan topraklarından kilometrelerce ötede, oralara ve kutsal topraklara olan özlemimizi bir kuşak çatışması çerçevesinde belgesel tadında bizlere yaşatan bu mütevazı filmi izlerseniz belki anlamlandırmaya çalıştığınız hayatta eş geçtiğiniz pek çok şeyi görme fırsatı bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok: