12 Ağustos 2012 Pazar

Fransa İzlenimleri


Fransa’ya dair gitmeden önce kafamızda oluşan bir takım imgeler vardı. Fransız filmleri, Paris’te yaşamış yazar ve şairlerin bohem hayatı, Fransızların kaba olduğuna dair önyargılar vs. vs. Fransa gezimiz bize Fransa’nın Paris’ten ibaret olmadığını, ancak Paris’in de Fransa üzerinde çok büyük bir önemi olduğunu gösterdi.




Fransa’ya karayoluyla girişimizde herhangi bir pasaport kontrolünden geçmediğimiz için, Fransa’da olduğumuzu anlamamız için Fransızca yol işaretlerini görmemiz gerekti. Otoyol sistemi gelişmiş olmasına karşın, yol boyunca çok fazla yol bakım çalışması olması ve Strasbourg-Paris güzergahında sürekli gişelere girip para ödemek durumunda kalmamız biraz yolculuğu çekilmez hale getirdi. Bir de üzerine arıza yapan aracımız ve çekiciyle gelen tek kelime İngilizce bilmeyen Fransız söfor de eklenince işin tuzu biberi oldu.


Fransa netice itibariyle tarihi açıdan önemli bir yere sahip olan bir ülke ve kendi kültürlerini, dillerini muhafaza etmek ve yüzeltmek adına ellerinden geleni yapıyorlar. İnsanlar gerektiğinde çat pat Ingilizce konuşuyor, çok da kaba değiller ama yine de Fransız olmak onlar için sanki ayrı bir statü gibi. Fransa’da da tıpkı Türk Dil Kurumu gibi, Fransızca’yı yabancı dillerin etkisinden korumaya çalışan, İngilizce kelimelerin yerine Fransızca alternatiflerini koymaya çalışan bir kurum mevcut.


Strasbourg: Fransa’daki ilk durağımız olan Strasbourg,  Almanya-Fransa sınırında yer alan 272,000 nüfuslu eski bir yerleşim yeri. Bir zamanlar Alman topraklarında yer alan Strasbourg şehri, Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransa topraklarına dahil oluyor. Şehrin hemen her yerinde Alman mimarisinden örnekler bulmak mümkün.


Strasbourg’u dünya sahnesinde önemli yapan iki unsur var. Bunlardan ilki, Avrupa Birliği ikinci başkenti olması. Avrupa Birliği toplantıları zaman zaman bu şehirde yapılıyor. İkinci özelliği de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu şehirde yer alması. Türk Dışişleri, Avrupa Birliği toplantılarını yakından takip edebilmek amacıyla bu şehirde bir temsilcilik açmış.


Strasbourg, genel havasıyla orta halli bir Anadolu şehrini andırıyor. Tramwayları, nehri ve tekne turları ile Eskişehir’e tıpatıp benziyor. Strasbourg aynı zamanda tarihi ve doğal güzellikleriyle de dikkat çekiyor. Şehrin hemen ortasından geçen River III, kıyısındaki parkları ve meydanlarıyla dikkat çekiyor. Şehrin bir diğer önemli simgesi de Katedral. Katedralin üzerindeki astronomik saat  ve katedralin dış mimarisi, çok uzaklardan bile fark edilebiliyor. Alman mimarisinin bir eseri olan Katedralin içi alabildiğine karanlık ve bir o kadar da kasvetli. Katedralin bulunduğu meydan oldukça kalabalık ve dar sokaklarda irili ufaklı hediyelik eşya dükkanları göze çarpıyor.


Paris: Paris üzerine sayfalar dolusu yazı yazılabilir ancak biz Paris’i yalnızca bir gün gezebilme imkanına sahip olduğumuzdan kısa ve sadece gözlemlere dayalı bir özet yapmak istiyorum. Paris’te şehir içi trafiğin karışık olduğu tavsiyesine uyarak, banliyölerden birinde konaklayıp Paris’in içine trenle gitme yönünde bir tercih kullandık. Argenteuil olarak da bilinen banliyölerden birinden trene atlayıp Paris’in şehir merkezine doğru yola koyulduk.

Şehir merkezine gidebilmek için bir kaç hat değiştirmek durumunda kaldığımızdan yaklaşık 45 dakika süren tren ve metro yolculuğunun ardından Eiffel Kulesinin olduğu meydana ulaşabildik. Bu bölgeye Champ de Mars adını vermiş Fransızlar. Eiffel işte tüm ihtişamıyla karşımızda duruyor. 1889 yılında inşa edilen kulenin ismi, kuleyi inşa eden firmanın sahibi mühendis Gustave Eiffel’den geliyor. 1930 yılına kadar dünyanın en yüksek yapıtı ünvanını koruyan kule, halen Paris’in en yüksek binası olma özelliğini muhafaza ediyor. Eiffel Kulesi’ne çıkabilmek için bekleyen veya kuleyi daha yakından görmeye çalışan binlerce insan, koskoca meydanda yoğun bir kalabalık teşkil ediyordu.


Hemen yakınından geçen Seine nehri’nde düzenlenen tekne turları da oldukça ilgi toplayan ve Paris’in önemli tarihi binalarını nehirden izlemenizi sağlayan bir fırsat. Nehrin üzerinden geçen onlarca köprü, nehrin her iki yanındaki yürüyüş yolları ve sırf nehir kenarında oturup etrafı seyreden insanların görüntüsü görülmeye değerdi doğrusu. Eiffel kulesinden ayrıldıktan sonra Notre Dame de Paris kilisesinin olduğu meydanda turlayıp Paris caddelerine karıştık. Alışveriş çılgınlarının hınca hınç doldurduğu hemen her dükkan aslında Paris’e gelenlerin bir kısmının sırf alışveriş yapmaya geldiği düşüncesini bizlerde pekiştirdi. Vaktimiz sınırlı olduğu için Paris gezisini bu şekilde noktaladık.


Paris’e dair akılda kalanlar, oldukça kalabalık bir şehir olduğu, trenlerde metrolarda tıpkı İstanbul gibi insanların altalta üstüste yolculuk yapmak durumunda kaldığıydı. Civar şehirleri kente bağlayan otoyolların kalabalıklığı da trafiğin ne durumda olduğunu anlatmaya yeter doğrusu. Belediye, şehir içi trafiği hafifletmek için bisiklet kullanımını teşvik ediyor. Şehrin değişik noktalarında bisiklet kiralama merkezleri bulunuyor. Belediye’nin aylık belli bir ücret karşılığı sağladığı bu hizmet sayesinde bisikleti bir noktadan kiralayıp gideceğiniz başka bir noktaya götürüp bırakmanız yeterli oluyor. Paris’in hemen dışında banliyölerde yaşayan nüfusun büyük bir kısmı göçmenlerden oluşuyor. Geçtiğimiz yıllarda çıkan yangınların olduğu yerler de buralar. Zaten sokağa çıktığınızda karşılaştığınız insanların çoğu esmer tenli ya da siyah. Çoğunun Fransız ırkından olmadıkları her hallerinden belli oluyor. Aynı zamanda müslüman nüfusun da bu şekilde oldukça fazla olduğunu belirtmekte fayda var.



Paris’in merkezi’nden uzaklaştıkça gözümüze çarpan bir diğer unsur da gökdelenler ve iş merkezleri oluyor. Tarihi dokusunun cazibesine kapılan turistler sayesinde sürekli canlı kalan ekonomisiyle Paris aynı zamanda Avrupa’nın önemli bir ticaret merkezi. Son zamanlarda ekonomisi teknoloji ve finans sektörüne doğru yönelen Paris, dünyanın 7nci büyük ekonomisi olarak zikrediliyor.