Fransa sınırından Almanya’ya geçtğimizde
gözümüze ilk çarpan şey geniş otoyollar ve aşırı hızlı giden arabalar oluyor.
Hız sınırının Avrupa’nın pek çok yerinde olduğu gibi 130 olduğu Almanya otoyollarında,
sol şeritten 180 kaptırmış giden araçlar görmeniz işten bile değil. Daha
sonrasında bunun aslında bir suç olmadığını öğreniyoruz. Aşırı hızın kazalara
sebebiyet vereceğini beklerken, çok fazla trafik kazası olmadığını duyunca da
şaşırıyoruz. Bu bilgiyi internet üzerinden de doğrulama imkanı olduğu için
buraya ekliyorum. İstatistiklere göre en az ölümcül kazaların yaşandığı yer
Almanya. Bunun sırrı belki de hızlı araç kullanılan ama kurallara riayet edilen
bir ülke olması.
Almanya gezdiğimiz diğer Avrupa ülkelerine
nazaran İngilizce bilen ve konuşan insan sayısının oldukça fazla olduğu bir
ülke. Genç nüfusun neredeyse tamamı anlaşabilecek düzeyde İngilizce biliyor.
Bir zamanlar Doğu-Batı şeklinde ayrıldığında, Batı Almanya yüzünü ABD’ye dönmüş.
Bunun için hemen her yerde Amerikan kültürü izlerine rastlamak mümkün. Yine de,
İkinci dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan bir ülkenin çok kısa bir sürede
muazzam bir şekilde ilerlemesi tamamen Almanların disiplinli ve çalışkan
olmalarıyla açıklanabilecek bir durum.
Olağanüstü düzenli yapısı, tertemiz
sokakları ve her halinden belli olan teknolojik gelişmişliğiyle Almanya aslında
beklentilerimizin çok üstünde bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Eğitim
sisteminin de oldukça iyi olduğunu, üniversitelerde verilen eğitimin dünya
standartlarında kalitesiyle öne çıktığını öğreniyoruz. Alman mühendisliği
deyince aklımıza doğal olarak Mercedes, BMW, Volkswagen, Audi, Porche geliyor
ve oto yollarda hep karşımıza bu araçlar çıkıyor.
Almanya’da toplu ulaşım araçları da
gelişmiş durumda. Şehirler arası ulaşım trenle, şehir içi ulaşım da yer yer
otobüs, yer yer de tramwayla sağlanıyor. Amerika’nın aksine bir yerden bir yere
gitmek toplu taşıma araçlarıyla mümkün. Otoyollar gelişmiş olduğu için de
araçla gitmek elbette daha hızlı ve rahat.
Almanya’yı bizim için farklı kılan bir
diğer unsur 3.5 milyon olarak tahmin edilen Türk nüfusu. Bu nüfusun 1.6 milyonu
Türk vatandaşı. 60’lı yıllarda başlayan göç halen az da olsa devam etmekte.
Almanya, Türk nüfusun entegrasyonunda oldukça zorluk çekmiş. Türkiye ile
Almanya arasında bir kıyaslama yaptığınızda işlerin yapılış biçimi açısından
karşılaştığımız farklılıklar bu entegrasyonun çok da kolay olmadığını
gösteriyor. Artık Almanya’da doğup büyüyen ve ana dili Almanca olan yeni nesil
bu entegrasyonu başarabilmiş. Ancak bu sefer de Türk kimliğinin asimilasyonu
tehlikesi ortaya çıkmış. Almanya’da karşılaştığımız Türk aileler, çocuklarının
bu tehlikeye maruz kalmaması için artık küçük yaştan itibaren dil eğitimi
üzerinde duruyorlar. Almanya’da her ne kadar Türklerin çok yoğun olduğu
bölgeleri gidip görme şansımız olmasa da sokak ve caddelerde Türkçe afişlere,
Türk restoranlarına ve en çok da döner kebab dükkanlarına rast geldik. Öyle ki,
bankaya girip para çekmek istediğimizde bile ATM’nin dil seçeneklerinden biri
de Türkçe’ydi.
Stuttgart: Almanya’da gezip dolaşma imkanı bulduğumuz en
büyük şehir Stuttgart oldu. Almanya için yaptığımız genel değerlendirmede
belirttiğimiz gibi, sokaklar tertemiz, trafiği düzenli ve ulaşım imkanları çeşitli
bir şehir Stuttgart. 600,000 civarında nüfusa sahip olan şehir, hem tarihi
binaları hem de modern yapılarıyla geçmiş ve geleceği çok güzel bir biçimde
harmanlayabilmiş. Şehir, yaşanabilirlik, innovasyon ve gelişim gibi alanlarda
hem Avrupa’da hem de dünya sıralamasında üst sıralarda yer alıyor. Strasbourg
ile kardeş şehir olması da ilginç bir anekdot oluyor bizim için.
Şehrin tarihi yapısı gelen turistleri
etkiliyor olsa da, Mercedes Müzesi tüm bu ilgiyi daha fazla üzerine çekebilmeyi
başarmış. Müze, geçmişten bugüne Mercedes firmasının tarihini yansıtırken, o
dönemden kalan araçları ve motorları da yerinde görebilme imkanı sunuyor. Sekiz
katlı olan müzeyi, en üst kattan başlayıp daireler çizerek katlar arasında
geçiş yaptığınızın farkına bile varmadan geziyorsunuz. Bir nevi zamanda
yolculuk olarak da niteleyebileceğimiz bu gezinti Mercedes’in en son ürettiği
ve tasarladığı ürünlerle sona eriyor.
Tübingen: Stuttgart yakınlarında küçük bir üniversite
kasabası olan Tübingen’e yolumuz düşüyor.
Tübingen, 88 bin nüfuslu küçük ama şirin bir üniversite şehri. Nüfusun
dörtte birini üniversite öğrencileri teşkil ediyor. Şehir adeta üniversiteyle
içiçe ve parklarda, kafelerde hep üniversite öğrencileriyle karşılaşıyorsunuz.
Neckar nehri şehre ayrı bir hava katıyor. Nehir üzerinde kano yapan, tekneyle
tur atan insanlara rastlamak mümkün. Bir Alman dergisinin yaptığı araştırmaya
göre Almanya’da yaşanılabilecek en kaliteli yer olarak görülüyor Tübingen. Aynı
zamanda da Almanya’nın en genç nüfuslu şehri olarak da kayıtlara geçiyor.
Tübingen’in tarihi simgelerinden en önemlisi
Stiftskirche ( Collegiate Church) turistlerin ilgi odağı haline gelmiş.
Kilisenin içine girip, en yukarısına çıkıp şehri kuşbakışı seyretmek mümkün.
Şehrin dar sokaklarında yürümek, irili ufaklı alıveriş dükkanlarını dolaşmak ve
kahve içmek için küçük bir mola vermek oldukça keyifli.