Günler ne de çabuk geçiyor bir bilseniz. Kış bitti yaz geldi, okullar açıldı derken bir de bakmışız ki bir başka ramazan ayı daha gelmiş ve bizler çoktan oruç-iftar-sahur ekseninde hayatımızı şekillendirmeye başlamışız bile. Sağda solda ramazan ayı uğramış blogları görünce geçen sene çok da üzerinde durmadığım, yalnızca bir bayram yazısıyla geçiştirdiğim bu sayfalarda bir kaç satır kelam edeyim istedim ramazan’a dair.
Gurbette ramazanlar gariptir, elbette ki Türkiye’de geçen günlerin yerini tutmaz. Hatta bu sebepledir ki pek çokları yıllık izinlerini ramazan ayına denk getirmeye çalışırlar. Bu sayede sokakları akşamleyin ramazan pidesi kokan geceleri davul sesleriyle uyanılan memleket özlemi de giderilmiş olunur. Gidemeyenler boş durur mu, durmazlar tabi. İşte bu yazıda kısaca Amerika’da ramazan ayında ne yapılır onu sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Evvela, sessiz sedasız ramazan gelir diye söze başlamak gerekir sanırım. Öyle Türkiyede’ki gibi gazete manşetleri, belediye afişleri ya da iftar çadırı hazırlıkları görmeniz takdir edersiniz ki mümkün değil. Akşam iftara yakın saatlerde trafiğin tıkanması, insanların hızlı hızlı evlerine yetişmeye çalışmaları da ihtimal dahilinde değil. O halde, bu ramazan ayı bu memlekete hiç uğramaz diyeceksiniz değil mi? Hiç de öyle değil. Bakın dinleyin.
Çevremizden duyduğumuz kadarıyla eskiye nazaran gözle görülür değişimler yaşanıyor Amerika’daki Türk toplumunda. Sivil toplum kuruluşu diye bildiğimiz ve her bölgede birer cami etrafında toplanan Türk insanı, ramazan ayını da yine bu merkezler ekseninde elinden geldiğince hissederek yaşamaya çalışıyor. Tabi yeri gelmişken, 50 kilometrelik bir daire içerisinde dört adet Türk camisi bulunan bir bölgede yaşamanın da olumlu tarafları olsa gerek. Bunlardan ilki, cami cemaatleri tarafından hemen her akşam düzenlenen iftar yemekleri. Senede bir defa da olsa birlik ve beraberliğin temini adına önemli bir işlevi yerine getiriyor bu gelenek.
İftar yemeği düzenleyen yalnızca cami cemaatleri değil elbette. Yine aileler arası karşılıklı iftar davetleri devam ediyor ve herkes gücü yettiği nisbette özellikle öğrenci ya da bekar gençleri yemeğe almak için gayret gösteriyor. Buna ilaveten bir de diğer milletlerin iftar davetleri de mevcut. Amerikada yaşayan diğer müslüman toplumlar da ( Pakistanlı, Boşnak, Arnavut, ya da Arap) iftar davetleriyle bu geleneği devam ettirmeye çalışıyorlar. Zaman zaman farklı milletlerin iftar programlarına katılmak da hiç olmazsa karşılıklı saygı ve sevginin ifadesi olması anlamında büyük önem arz ediyor.
Bir de, kimi zaman diğer dinlerden insanların düzenlediği iftar davetlerine şahit oluyorsunuz. Malum, Beyaz Saray’da da bir kaç yıldır iftar modası devam ediyor, sanırım bu sene de bu etkinlik sürdürülecektir. Bunun yanında bir de bir gün oruç tutup sizinle aynı hissiyatı paylaşabilir miyim diye gayret eden gayri-müslimler var ki, artık bunlar da orucun sosyal anlamda ne denli büyük bir misyon taşıdığını kabul eder durumdalar.
Elbette, yalnızla iftarla sınırlı tutmamak lazım ramazanı. Türkiye’deki kadar olmasa da teravih namazları yine cemaatle kılınmaya çalışılıyor ve iftar-teravih arası çay sohbetleri ile bu birliktelik pekiştiriliyor. Yine binlerce kilometre ötesine yayınlarını ulaştıran Türk televizyonları da evlerimizin içine memleketin ramazan atmosferini ve coşkusunu taşıyarak hiç olmazsa gönüllere hitap eden yayınlarıyla bu eksikliği ziyadesiyle gidermekteler. Bir ayın sonuna ulaştığımızda ise bayramlaşma ve eşe dosta bayram ziyaretleri düzenlenmesi de bu ayın mümkün olduğunca farklı bir ay olduğunu hissedebilme adına kaçırılmaz fırsatlar diye düşünüyorum.
Kısaca toparlamak gerekirse, ramazan ne kadar uzakta olsak, ne kadar ramazana uzak bir toplumda da yaşasak yaşanıyor ve yaşatılıyor. Ne mutlu bu güzellikleri hala devam etirebilenlere.
Gurbette ramazanlar gariptir, elbette ki Türkiye’de geçen günlerin yerini tutmaz. Hatta bu sebepledir ki pek çokları yıllık izinlerini ramazan ayına denk getirmeye çalışırlar. Bu sayede sokakları akşamleyin ramazan pidesi kokan geceleri davul sesleriyle uyanılan memleket özlemi de giderilmiş olunur. Gidemeyenler boş durur mu, durmazlar tabi. İşte bu yazıda kısaca Amerika’da ramazan ayında ne yapılır onu sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Evvela, sessiz sedasız ramazan gelir diye söze başlamak gerekir sanırım. Öyle Türkiyede’ki gibi gazete manşetleri, belediye afişleri ya da iftar çadırı hazırlıkları görmeniz takdir edersiniz ki mümkün değil. Akşam iftara yakın saatlerde trafiğin tıkanması, insanların hızlı hızlı evlerine yetişmeye çalışmaları da ihtimal dahilinde değil. O halde, bu ramazan ayı bu memlekete hiç uğramaz diyeceksiniz değil mi? Hiç de öyle değil. Bakın dinleyin.
Çevremizden duyduğumuz kadarıyla eskiye nazaran gözle görülür değişimler yaşanıyor Amerika’daki Türk toplumunda. Sivil toplum kuruluşu diye bildiğimiz ve her bölgede birer cami etrafında toplanan Türk insanı, ramazan ayını da yine bu merkezler ekseninde elinden geldiğince hissederek yaşamaya çalışıyor. Tabi yeri gelmişken, 50 kilometrelik bir daire içerisinde dört adet Türk camisi bulunan bir bölgede yaşamanın da olumlu tarafları olsa gerek. Bunlardan ilki, cami cemaatleri tarafından hemen her akşam düzenlenen iftar yemekleri. Senede bir defa da olsa birlik ve beraberliğin temini adına önemli bir işlevi yerine getiriyor bu gelenek.
İftar yemeği düzenleyen yalnızca cami cemaatleri değil elbette. Yine aileler arası karşılıklı iftar davetleri devam ediyor ve herkes gücü yettiği nisbette özellikle öğrenci ya da bekar gençleri yemeğe almak için gayret gösteriyor. Buna ilaveten bir de diğer milletlerin iftar davetleri de mevcut. Amerikada yaşayan diğer müslüman toplumlar da ( Pakistanlı, Boşnak, Arnavut, ya da Arap) iftar davetleriyle bu geleneği devam ettirmeye çalışıyorlar. Zaman zaman farklı milletlerin iftar programlarına katılmak da hiç olmazsa karşılıklı saygı ve sevginin ifadesi olması anlamında büyük önem arz ediyor.
Bir de, kimi zaman diğer dinlerden insanların düzenlediği iftar davetlerine şahit oluyorsunuz. Malum, Beyaz Saray’da da bir kaç yıldır iftar modası devam ediyor, sanırım bu sene de bu etkinlik sürdürülecektir. Bunun yanında bir de bir gün oruç tutup sizinle aynı hissiyatı paylaşabilir miyim diye gayret eden gayri-müslimler var ki, artık bunlar da orucun sosyal anlamda ne denli büyük bir misyon taşıdığını kabul eder durumdalar.
Elbette, yalnızla iftarla sınırlı tutmamak lazım ramazanı. Türkiye’deki kadar olmasa da teravih namazları yine cemaatle kılınmaya çalışılıyor ve iftar-teravih arası çay sohbetleri ile bu birliktelik pekiştiriliyor. Yine binlerce kilometre ötesine yayınlarını ulaştıran Türk televizyonları da evlerimizin içine memleketin ramazan atmosferini ve coşkusunu taşıyarak hiç olmazsa gönüllere hitap eden yayınlarıyla bu eksikliği ziyadesiyle gidermekteler. Bir ayın sonuna ulaştığımızda ise bayramlaşma ve eşe dosta bayram ziyaretleri düzenlenmesi de bu ayın mümkün olduğunca farklı bir ay olduğunu hissedebilme adına kaçırılmaz fırsatlar diye düşünüyorum.
Kısaca toparlamak gerekirse, ramazan ne kadar uzakta olsak, ne kadar ramazana uzak bir toplumda da yaşasak yaşanıyor ve yaşatılıyor. Ne mutlu bu güzellikleri hala devam etirebilenlere.