İki haftadan fazla süren Romanya maceramız sona ererken seyahat başlangıcından sonuna kadar hep anlatmayı düşündüğüm şeyleri burada dile getirmek istiyorum.
Şimdi nereden çıktı nasıl gittin sorularına cevap mahiyetinde kısa bir açıklama ile başlamak istiyorum:
Efendim, romanya’nın galati ( galats diye okunuyor) kentinde düzenlenecek olan bir etkinlik vesilesiyle bir haftalığına davet edildik. Yoğun iş temposu sırasında “bir ara hallederiz” diye baktığımız vize işlemleri bizim için büyük bir sorun oldu.
Vize almamız için gidiş dönüş bileti almamız gerektiği bize söylendi. Cuma gününe gidiş bileti aldık. İstanbuldan kargo ile gelmesi çarşambayı bulunca vize almaya gitmemiz Perşembe gününe kalmıştı. Bir günde vize alır ertesi gün de yola koyuluruz diye düşünüyorduk. Ancak hiç de düşündüğümüz gibi olmadı. Sabah erkenden gittim çok sıra oluyormuş diye. Ancak ya beş kişi vardı ya yoktu. Başvuru belgelerini iyi kötü aldıktan sonra bana demesinler mi: sizin vizeniz pazartesi çıkar, bir ihtimal yarın gelin dediler. Ben çileden çıktım tabi. Velhasıl, ertesi gün tekrar gittim. Ama bu süre zarfında kendi kendime düşündüm: Romanya gibi bir ülke bana vize uyguluyor; iki gün boyunca konsolosluk kapılarında bekletiyor; üstelik davet mektubumuz olmasına rağmen bize böyle davranmaları Türk vatandaşı olarak zoruma gitti ve eğer bugün de vermezlerse gitmemeye karar verdim. Bu fikrimi büyükelçiliğe de söyleyince işler değişti ve hemen vize hazırlandı.
Vizeyi alır almaz, Ankaradan Eskişehire yola koyuldum ve aynı gece İstanbula hareket ettik. Ve 19 saat sürecek Türkiye – Romanya yolculuğumuz böylece başlamış oldu.
Bilmeyenler için kısa bir not: Romanya otobüsleri sanılanın aksine Esenler’den değil, Aksaray’dan kalkıyor. Emniyet Garajı denen yeri bulmak da ayrı bir uzmanlık gerektiriyor.
Otobüse bindiğimizde sağımız solumuz hep Romen ve Roman vatandaşlarla dolu. Yeri gelmişken Romen ve Roman farkını da belirtelim. Romen dediğimiz Romanya vatandaşı oluyor. Romansa bizim burada da yaşayan Romanlar. Sanılanın aksine Romanya’da Romanlar öyle çok değil. Hatta oran olarak Türkiye’yle aynı diyebilirim gözlemlerime istinaden. Bizimle birlikte sadece şoförler Türk. Bir de Romanya’ya günü birlik gelmeyi planlayan bir genç.
Efendim, Türkiye sınırından ilk defa çıkıyor olmanın verdiği heyecanla Bulgaristan’a girdik. Vizemiz olmadığı için transit vize almak durumundaydık. Şoförlerimizin rehberliğinde ne Türkçe ne de İngilizce bilmeyen kaba saba yüzleri asık Bulgar görevlileriyle diyaloga geçen yine soförler oldu. İşte burada bir katakulliye geldik. Normalde gidiş dönüş vizesi almak hem hesaplı hem de doğru olanı iken Bulgar yetkili bize tek vize vereceğini söyledi. Bu dönüşte de tekrar vize almamız anlamına geliyordu. Bir de adam başı beş dolar rüşvet istemesin mi? İşte bu bize hiç inandırıcı gelmemişti. İşin içinde bizim türk şoförlerin olduğunu öğrenmemiz bizi öylesine tiksindirdi ki. Zira dönüşte kendi aracımızla gelmiştik ve kimse bizden rüşvet istemediği gibi neden duble vize almadığımızı sormuşlardı.
Bulgaristan sınırında bir saat kadar oyalanıp beş dolar da haybeye ödedikten sonra ilk yabancı devlet görecek olmanın verdiği merakla gece karanlığına rağmen gözlerimi dört açıp etrafı izlemeye çalıştım. Evler ve sokaklar ilk bakışta belirgin bir farklılık taşımıyordu. Yalnızca köy ve kasabalarda insanın gözü camiler arıyordu ve elbette yoktu. Bir iki saat yolculuktan sonra ilk molamızı verdik. Küçük bir market ve lokantadan ibaret olan bu dinlenme tesisi dahi diyemeyeceğimiz izbe yerde mecburen bir şeyler yemeliydik zira fena halde acıkmıştık. Lokantaya baktığımızda et yemekleri gördük. Yanımızda Bulgarca bilen biri vardı. Zaten yemeği düşünmediğimiz et yemeklerinin domuz etinden olduğunu söyledi. Çorba içelim dedik. Çorba da kalmamıştı. Biz de sadece ekmek alıp beraberimizde getirdiğimiz konservelere yüklendik. Markette ÜLKER ve ETİ marka bisküileri görünce sevinçten havalara uçtuk. Üstelik bu markette türk lirasının geçtiğini de duyunca epey bi rahatlamıştık. Bir ilginç not da tuvalet konusunda: kadın ve erkek aynı tuvaleti kullanıyorlardı, tuvaletler son derece pisti hatta sabun bile yoktu.
Yarım saatlik bir molanın ardından yola koyulduk. Gecenin ilerleyen saatlerinde önce Burgaz ve sonra Varna’dan geçtik. Her ikisi de sahil kenti olmasına rağmen Burgaz’a nazaran Varna çok daha gelişmiş bir şehir gibi duruyordu. Ayrıca sahil kenarındaki eğlence merkezlerinin hareketliliği iç kısımlardan bile kolayca fark ediliyordu. Bir de Bulgaristan sınırları içinde dikkatimizi çeken yol levhalarının hep Bulgar alfabesinde olması ve hiçbir şey anlaşılmıyor olmasıydı.
Ve Romanya…
Nihayet Romanya sınırına ulaşmıştık. Vizemiz olduğu için herhalde burada fazla beklemeyiz diye düşünmüştük. Ne mümkün. Önce İngilizce bilmeyen sınır polisleriyle yaklaşık bir saat kadar süren “neden geldiniz, ne yapacaksınız, kaç gün kalacaksınız, vizeniz neden bir haftalık, davet mektubunuz neden Türkçe” türünden oldukça gereksiz ve can sıkıcı bir prosedüre takıldık. En sonunda her şeyi etraflıca anlattıktan sonra tüm otobüsün boşaltılacağını ve eşyaların tek tek aranacağını söylediler. Tüm bu işlemler dört saat sürdü ve nihayetinde Romanya’ya girebildik.
Sabahın erken saatlerinde Köstence’ye vardık. Net olarak göremediğim için Köstence hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapamayacağım. Yalnızca bir liman kenti olduğunu ve turistik öğelere sahip olduğunu söyleyebilirim. Gün aydınlandıkça tarlalardan ve köylerden geçiyoruz. Köylerde ilgimi çeken evlerin tek katlı olması ve hepsinin mutlaka bir bahçesinin bulunması. Bunun yanında bizdeki kahve geleneğinin yerini bar almış ve sokaklarda bira içiyor insanlar.
Köyleri ve geniş tarlaları geçtikten sonra ilk yerleşim birimi olarak Brail’in içinden geçtik. Brail, Galati’a 20 dakika mesafede bir yerleşim birimi. Yaklaşık 200.000 nüfusu var. İlk gördüğüm yerleşim birimi olması hasebiyle epey bir fotoğraf çektim. Sokaklar geniş ve düzenli, Türkiye’deki pek çok şehre nazaran daha planlı bir yapıya sahip denebilir. Her yer yeşillik. Ancak binalar oldukça eski ve bakımsız. Bu Romanya’nın her yerinde aynı. Kömünizm döneminin o tek renkli cansız binaları insanın içine büyük bir sıkıntı veriyor. Brail yakınlarında şifalı bir göl var. Havası şehir merkezine nazaran daha serin. Tuzlu suyu olan gölün kenarlarında banyolar var, insanlar bu banyolarda temizlenip hastalıklarına derman bulmaya çalışıyorlar. Bir nevi bizdeki kaplıcalar gibi.
Brail’i de geçtikten sonra Galati şehrine varıyoruz. Anlatılanlar bize Tuna nehri kenarındaki bu şehrin oldukça güzel ve yeşillik olduğu şeklindeydi. Şehrin girişinde nehir kenarında limanlar ve endüstriyel binalar dikkatimizi çekiyor. Yine geniş caddeler ve planlı yapılaşma. Bu şehre en büyük canlılığı veren Tuna nehri oluyor. 300.000 civarında nüfusuyla Eskişehir benzeri bir kent gibi dursa da bende daha ziyade bir kasaba izlenimi uyandırıyor.
Son olarak Galati’da dikkatimi çeken ayrıntılara yer vererek bitirmek istiyorum:
Geceleri 9’dan sonra hayat duruyor. Sokaklar bir o kadar sessiz bir o kadar da güvenli. Türkiye’deki kadar yaygın değil internet kafeler. Akşam saatlerinde internete girelim diye bulduğumuz kafe aynı zamanda oyun salonuydu. Önünde serseriler var diye girmedik. Gecelerin bu sessizliğine rağmen tek başına veya ikili gruplar halinde dolaşan bayanlara rastlıyorsunuz. Aklınıza kötü şeyler gelmesin, onlar köşe başlarında bekliyorlar.
Sokaklar uyuz köpeklerden geçilmiyor.Romanya’nın neresine gittiysek köpekler hep yerde uzanmış yatıyorlardı. Mesailer saat 15.00’te bitiyor. Cuma günleri ise 13.00’te. Çok çalışıp da nolucak, AB’ye mi giricez diye düşünüyorlar herhal. Erkeklerin çoğu alkolik ve kaba. Bunu gözlemlerimin yanı sıra Romen bayanlardan duydum. Zaten bu gerçeği çoğumuz biliyoruz ve doğu bloku kadınlarının türk erkeklerinde ne bulduklarından ziyade kendi erkeklerinde bulamadıklarını bilmemiz konuyu anlaşılır kılmaya yetiyor.
Gecenin ilerleyen saatlerinde büfelerde ve bakkallarda kadınları görmek çok daha garibimize gitti. Öğrendiğimize göre sabaha kadar da açıkmış bu iş yerleri. Neden kadınlar sorumuza: çünkü çalışmak zorundalar yanıtını alıyoruz.
Her şehirde tramvay sistemi var. Başkent Bükreş’te bir de metro istasyonu mevcut. Ortak özellikleri tramvayların da metronun da oldukça eski olması. Ancak yine de seneler öncesinden düşünülmesi ve ulaşım sorununa çözümler üretilmesi takdire şayan. Tramvay haricindeki ulaşım sistemi tam bir eziyet. Otobüs diye adlandırdıkları bizim minibüsler çoğu zaman kalabalık ve tercih edilmiyor. Daha ziyade maxi taxi dedikleri bizim dolmuş dengi araçlar revaçta.
Taksi fiyatları türkiye’ye nazaran oldukça ucuz. Herkes otobüslere binmek için uğraşırken bizi çoğu zaman taksiyi tercih ettik. Halkın alım gücü düşük olduğu için fiyatların geneli de Türkiye’nin oldukça altında.
Üniversiteler genelde kampus sisteminden uzak. Fakülte fakülte ayrılmışlar, her fakültenin kendine ait binası var. Öğrenci sayısı bizdeki kadar fazla değil doğal olarak. Bir tanesinin açılışına katıldık. Sınıflardan birine girdik. Gözlerim Osmangazi Üniversitesi’ni aradı :)
Gelelim yemeklere. Yüzde 80 domuz eti kullanılıyor. Diğer yemeklerinse tadı bizimkilerden oldukça farklı. Hatta ilk birkaç gün lezzet namına hiçbir şey bulamadan sırf aç kalmamak uğruna yedik diyebilirim. Güzel pizza yapan bir restaurant keşfettikten sonra kendimize geldik diyebilirm.
Evlere ayakkabıyla giriliyor. Yalnızca bir eve girdiğimiz için tüm Romenleri aynı sınıfa sokmak istemem. Bizi misafir eden ev sahibi evde köpek beslediğinden halılar oldukça pis ve ev tamamen bakımsızdı. Ayakkabıyla gezilmeyen evlerde ise yine ayakkabılar içeride çıkarılıyor.
Giyim konusunda bayanlar oldukça cüretkar. Mini etek giyenleri görünce ya etek giymeyi unutmuşlar ya da bizim buradakiler mini değil diyor insan. Tabi ahlaki değerlerin mümkün mertebe buralardan uzak durduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Sokak ortasında gayet rahat samimi pozlar veren çiftler görmek işten bile değil…
Marketlerde türk malları bulmanız mümkün. Ama en büyük alışveriş merkezi Billa’da tek bir kalem dahi türk mamulü bulamamış olmak bizleri bir hayli üzdü.
Televizyon kanalları filmleri, dizileri orijinal lisanıyla verip altına altyazı bindiriyor. Buna rağmen İngilizce bilenlerin sayısı oldukça az.
Belki de daha anlatılacak çok şey var ama bir gezi yazısı için bunlar fazla bile. Çok okuyan mı çok gezen mi demişler. Gittik gördük, sizlerle paylaşalım istedik. Vesselam.