25 Temmuz 2010 Pazar

İspanya İzlenimleri

‘Sekiz asır müslümanlara ev sahipliği yapmış İspanya’yı bizimle gezin’ diyordu elimdeki broşür. Madrid, Granada, Toledo, Malaga ve Cordoba’dan müteşekkil 10 günlük İspanya gezimiz elbette ki sürprizlerle doluydu ve paylaşmadan olmazdı. Gezi yazısında mahir onlarca üstad varken bu yazıyı yazmak haddime düşmezdi lâkin bir kaç cümleyle de olsa sizlere İspanya izlenimlerimi aktarmak istedim. Hem de olur ya yolunuz bir gün İspanya’ya düşerse bir kaç husus da aklınızda bulunsun diye düşündüm.
İspanya denince hemen aklımıza gelen bir kaç şey: Boğa güreşleri, flemenko dans, zeytinyağı, Endülüs medeniyeti ve elbette futbol. Boğa güreşlerini izleme imkanımız olmadı ama Dünya Şampiyonu olan bir ülkenin haklı sevincini yerinde görmüş olduk. Türk mutfağını andıran zeytinyağlı yemeklerini beğendik, Cordoba ve Granda’da Endülüs menediyetinin izlerini takip ettik.
Madrid Havaalanı’nda başlayan yolculuğumuz kendimi kısa bir süreliğine de olsa Türkiye’de hissetmeme sebep oldu. Trafik levhalarından tutun da, yüksek katlı apartmanlara, yol boyunca sıra sıra zeytin ağaçlarına ve tabii güzelliklerine kadar İspanya coğrafi açıdan bana Türkiye’yi anımsattı.
Zeytin diyarı İspanya:
Bir Egeli olarak soframızdan zeytin ve zeytinyağı eksik olmazdı diyebilirim. Ancak İspanya’yı görünce bizim bu konuda İspanyollardan fersah fersah geride olduğumuz sonucuna vardım. Bir kere zeytin, salatanın içinde bir malzeme olarak değil, ayrı bir tabak içinde ikram ediliyor. Kahvaltılarda mutlaka zeytin yağı ve zeytin bulunuyor. Salatalara mutlaka zeytin yağı ve sirke ikilisi eşlik ediyor. Bu kadar zeytin yağı tüketilen bir ülkede sağlık sorunları da yaşanmaz diye düşünüyorum.
Siesta kültürü:
İspanya’yla Türkiye benzerliğini yakaladıktan sonra sırasıyla bir dizi şaşkınlık yaşadık. Bunlardan ilki mesai saatlerindeki düzensizlikti. Bankaların ve resmi dairelerin öğleden sonra saat 2′de kapanmasının şokunu henüz atlatamamışken süpermarket, butik,ayakkabı mağazaları ve dahi kontör dükkanlarının da bir nevi işyeri sahibinin keyfine göre açılıp kapanması hayli garibimize gitti. Örneğin bir elbise mağazası sabah saat 11′de açılıyor, öğleden sonra 2′de kapanıyor. Akşam 6′da yeniden açılan dükkan gece yarısına kadar açık kalıyor. Bunun nedeni de şu: İspanya’da güneş sabah 7′de doğuyor ve akşam 10′da batıyor. Güneş, sıcaklığını en çok öğlen 2 ve akşam 6 saatleri arasında hissettiriyor. Bu nedenle çoğu İspanyol bu saatlerde siesta yapıyor ( yani uyuyor). İspanya’nın coğrafi konumundan kaynaklanan bu özellik namaz vakitlerine de yansıyor. Örneğin öğlen namazı vakti saat 2.30′da girerken, ikindi 6.30′da, akşam gece 10′da ve yatsı namazı vakti 12′de giriyor.
Dolayısıyla İspanya’da hayat akşam 10′dan sonra başlıyor. Akşam yemeği için gittiğimiz restoranlar bize akşam 9′dan sonra gelmemiz gerektiğini söylüyordu. Çünkü 9′dan önce ya açık değillerdi ya da servise başlamıyorlardı. Gecenin bir yarısında hâlâ sokaklarda yüksek sesle konuşan insanların bulunduğu bir ülkede günün ikiye bölünmüş olması adeta günlerin hiç bitmiyormuş gibi yaşanmasına da sebep oluyor.
Güneşin bu denli uzun saatler hissedildiği bir ülkede doğal olarak güneş enerjisinden yararlanmak kaçınılmaz olmuş. Yol boyunca tarlaların yanında devase güneş enerjisiyle enerji üreten santraller görüyoruz. Kışların da çok sert geçmediği İspanya’da evlerin ısınma sorunları yaşamadığını öğreniyoruz.
Aile hayatı ve İspanyollar:
Gece hayatının bu denli önem kazandığı İspanya’da aile kavramı oldukça zayıflamış. Aile kavramından kastımız: Evlilik, çocuk sahibi olma ve tabii ki ahlaki bir takım değerler. Rehberimizden edindiğimiz bilgilere göre İspanyol halkının yüzde 80′e yakın bir kesimi kendini herhangi bir dine ait hissetmiyor. Gençlerin büyük bir kısmı da dünya hayatını sadece eğlenceden ibaret olarak görüyor. Resmi olarak evlenen insan sayısı az olduğu gibi doğurganlık oranı da Avrupa ortalamalarının altında seyrediyor. Genel olarak 20’li yaşlarda çalışma hayatına başlayan İspanyollar, ancak yaş 30-35’e geldiğinde çocuk sahibi olmayı düşünmeye başlıyorlar. Bir çok Avrupa ülkesi ve Amerika gibi İspanya’da da köpek gezdiren insanlara rastlıyoruz. Yalnız bu kimseler Amerika’daki gibi yaşlı da değiller.
Aile kavramı zayıfladığı için ahlaki normlar da artık geçerliliğini yitiriyor. Sokak ortasında şahit olduğumuz pek çok uygunsuz görüntü de belki bu yüzden ‘aile var kardeşim , ne yapıyorsunuz’ itirazını geçersiz kılıyor. Çünkü aile yok, onun yerine ‘eğlen güzelim gününü gün et’ zihniyetine sahip bireyler var.
Peki bu kadar eğlenen bir ülkede işsizlik ne durumda diye soracak olursanız, son yıllarda işsizliğin arttığını (2010 yılı itibariyle yüzde 20’lere çıkmış vaziyette), sırf bu yüzden de Başbakan Zapatero’nun yoğun eleştirilere maruz kaldığını hatırlatayım isterim. Ancak işsizliği düşünürken İspanya’da kadınların, erkeklerin yaptığı her işte çalıştığını da vurgulamak lazım. Öyle ki, yol yapım ekibinde elinde tabela arabalara yol verenden tutun da Madrid’de gecenin 3’ünde taksi şoförlüğü yapanına kadar kadınları hayatın her safhasında etkin bir şekilde görmek mümkün.
Turizm ülkesi İspanya:
İspanya ekonomisi sırtını bir nevi turizme dayamış diyebiliriz. Ülkenin güney kesimi başlı başına bir turizm cenneti zaten. Endülüs’ten başlayıp güneye doğru uzanan bir yelpazede İspanya, hem tarihini hem de masmavi koyları paraya çevirmeyi çok iyi başarmış. Tatil yerlerinde mutlaka ya İngilizce bilen birine rastlıyorsunuz ya da size sunulan her şeyin bir şekilde İngilizce açıklaması mevcut oluyor. Zaten havaalanı, metro gibi yerlerde de ikaz ve yön levhalarının çoğu aynı zamanda İngilizce.
İspanya yalnızca denizi ve güneşiyle değil aynı zamanda tarihi ve kültürel mirasıyla da ilgi odağı haline gelmiş bir ülke. İspanya’ya gelen her turist mutlaka bir Flemenko gösterisine katılmak, boğa güreşi izlemek ve Endülüs bölgesini gezmek istiyor. İspanya 711 yılıyla başlayan, 1492′de sona eren bir Emevi medeniyetine ev sahipliği yapmış. Bu medeniyetin izlerini bugün hala görebilmek mümkün. Öyle ki şehir isimlerinden tutun da, kalelere, konaklara kadar pek çok yerde İslam medeniyetinin işaretlerine rastlamak mümkün. Her ne kadar bir zamanlar cami, külliye ve saray olan tarihi mekanlar kilise, şapel ve katedrallere dönüştürülmüş de olsa, gerek mimarisinden gerekse de hat eserlerinden İslamiyete dair kalıntılara rastlamak mümkün.Örneğin Cordoba’da kaldığımız bir otelde duvarda görkemli bir Kur’an-ı Kerim levhası asılıydı ve bize kilise olarak takdim edilen tarihi bir binanın duvarlarında arapça kalıntılara rastladık.
İspanya, orta çağ karanlığında bu izleri silmeye uğraşmış da olsa, bugünlerde hummalı bir şekilde devam eden tarihi restorasyon çalışmalarıyla tekrar bu izleri günyüzüne çıkarmaya çalışıyor. Nasıl çıkarmasın, bugün İspanya sadece bir Elhamra sarayını ziyaret etmek isteyen onbinlerce turistin akınına uğruyor. Bir Kurduba Camii bugün dünyanın sayılı şaheserleri arasında yer alıyor. Kısacası İspanya, kültüründe derin izler bırakan Endülüs medeniyetinin meyvelerini topluyor. Umarız, manevi meyvelerini toplamak da kendilerine nasip olur.
İnsan, Endülüs medeniyetinin izlerini görüp de şaşırmadan edemiyor. Yaklaşık 7 asır İslam medeniyetine kucak açmış bir milet şimdilerde kendini dinden uzak olarak tanımlıyor. İslam medeniyetini silebilmek için kütüphaneleri yıkan, kitapları yakan, müslümanları ve yahudileri kovan, kalalanları da engizisyon mahkelemelerinde idam eden bir geçmişiyle İspanya, şimdilerde dine ait değerlerin neredeyse yok sayıldığı bir hayat düzenine sahip.
Geçtiğimiz yüzyılda şiddetli siyasi çatışmalara tanıklık eden İspanya, şimdilerde daha farklı yönleriyle de anılıyor. İnsan hakları, kadın hakları, hayvan hakları için mücadele veren onlarca kuruluş var. Sosyalist bir siyasi anlayışın hakim olduğu günümüz İspanya’sında aslında her dinden ve siyasi düşünceden insana değer veriliyor. Sokaklarında çevre koruma birimlerine de rastlayabileceğiniz İspanya’da, otellerdeki bir hassasiyet dikkatimizi çekiyor. Malum, otelde kaldığınız sürece günlük olarak odanız temizleniyor, tüm havlularınız da yenileriyle değiştiriliyor. Bu durumun yol açtığı su ve enerji kaybını fark eden otel yetkilileri küçük bir notta ‘ lütfen havlularınızı değiştirmek istiyorsanız küvetin üzerine bırakın’ diyerek sizden nazikçe su ve enerji tasarrufunda kendilerine yardımcı olmanızı istiyorlar. Bir başka benzer notta da küveti suyla doldurup banyo yapmak yerine, duş alınması tavsiye ediliyordu.
Kısaca özetlemek gerekirse, İspanya ve halkı hem yaşayış biçimiyle hem de düşünce tarzıyla kalıpların dışına çıkıyor, yer yer de insanı şaşırtıyor. Hem tarihi mirasıyla hem de tabii güzellikleriyle ziyaret etmeye değer bir ülke diyebiliriz İspanya için. 10 günlük bir seyahatten edindiğimiz izlenimler ancak bu kadarla sınırlı kalıyor.