Bugün sizlere Amerika'yı Amerika yapan değerlerden birinden söz etmek istiyorum. Şunun şurasında 200 yıllık bir tarihe sahip olan, ancak hem doğayı hem de tarihi değerleri bizden çok daha iyi muhafaza eden bir neslin bu konuya yaklaşımının nasıl olduğuna değineceğim.
Bundan yaklaşık 8 ay kadar önce Amerika'ya ilk ulaşan kolonilerin yerleşim yeri olan Jamesburg'a gitmiştim. Yeni Dünya'nın en eski yerleşim merkezi olan bu bölgeyi bizim köylerimizden çok daha ilginç ya da üstün kılan herhangi bir unsur bulunmadığını, bilakis bizim hala bu tür yerleşim mantığını sürdürdüğümüzü dile getirmiştim.
Amerika'nın yerli halkı hem ülkenin geçmişine dair daha aydınlatıcı bilgilere sahip olmak hem de eski zamanda insanların nasıl yaşadığına dair fikir sahibi olmak için bu bölgeyi yoğun bir biçimde ziyaret ediyorlar. Virginia bu anlamda en talihli eyalet sayılabilir. Zira aynı bölgede üç ayrı kasaba ziyaretçilere hala o eski günlerin tadını yaşatmaya devam ediyor.
Peki, uzakta yaşayanlar ne yapacak? Onlar da tabii ki kendi eyaletlerinin tarihi yerleşim yerlerini ziyaret ederek bu meraklarını giderecekler. Biz de, her ne kadar Jamestown bölgesini ziyaret ederek bu merakımızı gidermiş olsak da New Jersey'de yaşayan meraklı Türkler olarak bu eyaletin tarihine doğru keyifli bir yolculuğa çıkalım istedik.Güney New Jersey'de yaşadığımız için talihli sayılırdık zira az sonra sözünü edeceğim kasaba, bulunduğum yerden yarım saat uzaklıkta. Daha önce bu köye şöylesine bir uğramış, düzenlenen festival ilgimi çektiği için köyün etrafında kısa bir tur atmıştım. Ancak bu kez, bir rehber eşliğinde hem köy hakkında daha ayrıntılı bilgilenecek, hem de etrafındaki yemyeşil bitki örtüsü ve ormanlık alanda yaşayan canlıları yakından görme imkanına sahip olacaktık.
İki saatlik gezimizde tur rehberimiz Gil sayesinde,köyün nasıl kurulduğundan tutun, ilk maden ocağına, maden ocağının sahibi Wharton'ın evinden sıra sıra dizilmiş kasaba evlerine, masmavi gölün sevimli sakinleri kurbağalar, kaplumbağalar ve yılanlardan ormandaki porsuklara kadar türlü türlü yerler ve canlılara kadar pek çok şeyi görme imkanı bulduk.
Tabi bunlar Türkiye'de aslında hepimizin günlük hayatta bir şekilde karşılaştığı ancak bu kadar ilginç bulmadığı sıradan şeyler gibi geldi bize. Ancak, Gil'in olayları hikayelendirmesi, ormana ve köye dair en küçük ayrıntıları dahi detaylandırması ve bize 'Bakın size çok ilginç bir şey göstereceğim deyip meraklandırması' insana bu ülkede Doğaya ve Geçmişe verilen önemin ne denli ehemmiyetli olduğunu hatırlattı.
Örneğin, bir artezyen kuyusunu anlatırken, belki de hayatında hiç artezyen kuyusu görmemiş muhatapları da dikkate alan Gil, yeryüzünün kaçta kaçı suyla kaplı, bu suyun yüzde kaçı içilebilir gibi sorularla muhatabının dikkatini çektikten sonra, artezyen suyunun o zamanın ve günümüzün insanlarının hayatlarında oynadığı rolü çok güzel bir biçimde ifade etmiş oldu.
1700'lerden kalma bir geçmişe bu derece değer veren bu insanların Türkiye'yi gördüklerinde yaşadıkları heyecanı ve sevinci artık siz hayal edin. Kültürel değerlerimizi kendi ellerimizle yok ederken aslında geleceğimiz de yok ettiğimizi, bundan bir kaç asır sonra eğer sahip olduğumuz değerlere kol kanat geremezsek Turizm merkezleri olarak 200 yıllık New York'ları, yarım asırlık Dubai'eri görmemiz kaçınılmaz olacaktır.