30 Mayıs 2008 Cuma

İnternet Sizi Kontrol Etmesin, Siz İnterneti Kontrol Edin


İnternet iyi mi Kötü mü Tartışması:
İnternetin, çağımızın en büyük nimeti olmasından öte, kontrolsüzlüğünden kaynaklanan büyük bir tehlike halini aldığını düşünmekteyim. Bunun için kafamda pek çok gerekçe ve bunlara karşı alınması gereken önlemler şeklinde bir liste hazırladım. Biliyorum, bu listenin hiç bir yaptırımı olmayacak. Ama bir gün gelip 'Vah Bizim Ne Yaptık Böyle' diye hayıflandığımızda keşke bu önlemleri alsaymışız diyeceğimiz için tarihe not düşmek istedim.
1. İnternet zamanımızı çalıyor: Son zamanlarda pek çok blog yazarı sessiz sedasız ya da bir veda yazısı kaleme alarak bloglara alemine veda ediyor. Gerekçe olarak farklı nedenler gösterilse de büyük çoğunluk, bilgisayar karşısında fazla zaman geçirmekten, günlük hayattaki rutin işlerinin aksamasından, ailelerine vakit ayıramamaktan yakınıyorlar. Tabi, bu blogcular interneti mi hayatlarından çıkarıyorlar yoksa blogları mı, bilemiyoruz. Bildiğimiz ve hemfikir olduğumuz bir şey varsa o da Bloglarda gezinirken bir blogdan diğerine, ordan bir başkasına, ordan başaka başka sitelere uzanan, saatler süren bir okuma ( ! ) eylemi içerisinde kendimizi buluverdiğimiz. Hele bir de bloglara yorum yazma, gelen yorumlara cevap verme gibi alışkanlıklarınız varsa bu, tüm gecenizi bilgisayar karşısında geçirmeniz anlamına geliyor.
2. Okuma alışkanlığımız azalıyor: Zaten fazla okuyan bir toplum değiliz. İnternetin de günlük hayatta yerini almasıyla birlikte pek çoğumuz artık gazeteleri web sayfalarından takip ediyor. Bunun bedavaya gazete okumak gibi güzel bir avantajı olmakla birlikte, onlarca bilgi yığını arasında kaybolma ve gerekli gereksiz her linke tıklayarak makale okumaktan çok resim ve videolarla zaman öldürmek gibi olumsuz yanları da mevcut. Selçuk Hoca'nın da söylediği gibi, internette okuduğumuz yazılarla kendimizi kandırarak eskisi gibi ne gazete ne de kitap okuyoruz.
3. MSN, Facebook ve diğer sosyal ağlar ile sosyalleşmiyor, bilakis asosyalleşiyoruz: Hiç şüphesiz, MSN bizim gibi gurbette yaşayanlar için Türkiye'deki eş dostla en hızlı ve ücretsiz iletişim yolu. Bunu inkar edemem. Ancak, MSN listenizde aynı anda 40-50 kişinin sizin online olduğunuzu fark etmeleriyle başlayan diyaloglar asla bitmek bilmiyor. Facebook hesabımı güvenlik gerekçeleriyle kapattığım halde, hala ortaokul, lise döneminden arkadaşlarla bağlantı kurma fikri beni cezbetmiyor değil. Diğer sosyal ağlar da aslında bize ne kadar süreceği şüpheli sanal arkadaşlıklar vaad etmekle birlikte zamanımızı çalmaya devam ediyorlar.
4. İnterneti araştırma maksatlı kullanamıyoruz: Evet, internet ilk hayatımıza girdiğinde bir sözlük, ansiklopedi ve bilgi kaynağı olarak düşünülmüştü. Ancak üzerinden çok geçmeden kullanıcılar chat odalarına dadanmaya başladılar. 90'lı yılların sonunda internet sadece üniversitelerce erişim imkanı olan bir araç idi. İnternet kafeler ve ev kullanıcıları sonradan dahil oldu bu global ağa. Türkiye'de nasıl bilemiyorum ama Amerika'da kütüphaneler de internet hizmeti sunuyor. Hem de ücretsiz.
5. Ahlaki dejenerasyona uğruyoruz: İnternet'in yukarıda saydığım tüm olumsuzlukları bir yana, bu madde diğer bir yana. Çünkü henüz bu tahribatın olumsuz neticeleri hissedilir seviyede değil. Son zamanlarda artan taciz olaylarında kurbanların çoğunun küçük yaşlardaki çocuklar olması da yetkilileri henüz harekete geçirmeye yetmemiş gibi gözüküyor. İnternette her türlü ahlaksızlık, rahatsız edici materyal ve çocuk tacizine dair dökümanlar bulabilmek mümkünken kimse bütün bunları engelleyecek bir sistem üzerinde çalışmaya kafa yormuyor. Bu mevzuda asıl endişemiz, henüz ergenlik çağına dahi girmemiş küçük dimağların bilgisayar ekranı karşısında akla hayale gelmeyecek unsurlarla başbaşa kalmasıdır.
Sorunlar ortada. Peki ya çözüm yolları? Hep şikayet ettiğimizden, kimsenin yapıcı çözüm önerileri getirmediğinden yakınırız ya, buyrun size kendimce geliştirdiğim çıkış yolları. Eğer, daha işler ve sonuç odaklı önerileriniz varsa lütfen benimle paylaşın ve bu listeyi mümkün olduğunca daha fazla kimsenin faydasına sunalım. Şimdi harekete geçelim, aksi takdirde yarın geç olabilir.
Çözüm önerilerim:
1. İnternetin zamanımızı çalmasına izin vermeyelim: İnternetin günlük hayatımızda nasıl yer bulduğunu iyi teşhis etmeliyiz ki, nasıl vaktimizi çaldığını iyice görelim. Bu maddede, akşam eve geldiğinde internet başına geçip bir türlü başından kalkamayanlara önerilerim:
- İnternete hangi amaçla girdiğinizi unutmayın. Örneğin, yalnızca e-maillerinizi kontrol etmek amacıyla girdiyseniz, e-maillerinizi kontrol edin, yazılacaksa cevapları yazın ve çıkın.
- İnternetten çıkabilmek için başta kendinize bir kullanma süresi koyun. Örneğin yalnızca yarım saat internet başında oturacağım şeklinde. Gerekirse saatinizi kurun, bittiğinde sizi ikaz etmiş olur.
- Eğer, kendi iradenizle bunu yapabileceğinize ihtimal vermiyorsanız, evdeki birinden sizi ikaz etmesini rica edin. Yalnız yaşayan biriyseniz, dostlarınızdan birinin sizi aramasını sağlayın.
2. Blog yazarı iseniz ve her gün blog yazmadan, diğer blogları okumadan, yorum bırakmadan yapamam diyorsanız:
- Her şeyden önce sevdiğiniz blogları Google Reader ile takip edin. Böylece hem bir blog sitesini güncellenmeden ziyaret etmemiş , hem de yalnızca ilginizi çeken yazıları okumuş olacaksınız.
- Günlük internet kullanımınız haricindeki bir zamanda blog yazmayı deneyin. Örneğin, internet bağlantınızın olmadığı bir bilgisayarda bloglarınızı yazıp kaydedin ve yalnızca yazınızı yayınlamak için internete girin ve işiniz biter bitmez çıkın.
- Blogların en meşgul eden tarafı bırakılan yorumlara cevap verme ihtiyacı hissetmenizdir. Bunu minimuma indirmek için her yoruma cevap yetiştirmek zorunda olmadığınızı hatırlayın. Gazete yazarlarını düşünün, çoğu gelen yorumları yalnızca okumakla yetinirler. Biliyorsunuz, en çok yorumların bırakıldığı Düşünce blogları yavaş yavaş kapanmaya başladı. Bence hiç de haksız değiller.
- Okumadan yazmayın. Her gün mutlaka kendinize gazete okuma zamanı ayırın. Bu okuma saatinde mutlaka köşe yazarlarını okuyun. İnternetten gazete okuma meselesine temas etmiştik. Bunun gerçek gazetenin yerini tutmayacağı, tutamayacağı hepimizin malumu.
3. MSN ve Facebook önerileri
-MSN'e girdiğinizde Online değil, Offline gözükün. Böylece kimlerin bağlantısı olduğunu görüp ona göre sohbet edin. Sohbet edeceğiniz kişilerin uzun süre görmediğiniz ya da aile fertleri arasından kimseler olmasına özen gösterin.
-Facebook hesabınızı hiç kullanmadığınız bir e-mail adresinizle ilişkilendirin. Böylece gelen arkadaş kabullerini, mesajları bir kaç gün sonra fark etmiş olacaksınız.
- Facebook hesabınızın otomatik olarak login olmasını iptal edin. Bu size her seferinde tekrar şifre girme zorunluluğu getireceği için zor gelecektir.
4. Araştırma yapın, geyik değil: Araştırmacısınız ya da internete ödev hazırlamak için başvuruyorsunuz. Özellikle evinizde internet olmasının size büyük kolaylık sağlayacağını düşünüyorsunuz. Ancak kendinizi kontrol edemediğiniz için araştırmaya ayırdığınız zamanınızın çoğu surf yaparak, bloglarda gezinerek geçiyor. O halde şu önerilerim size:
- Araştırma projenizi kütüphanede yapmaya çalışın. Yanınıza bir hard drive alın, herkese açık bir bilgisayar kullanmanız tamamiyle işinize odaklanmanızı sağlayacaktır. Hem arada bir kütüphanede bir kaç tur atınca kitap ya da dergi okuma yönünde aşkınız şevkiniz gelecektir.
- Civarda böyle verimli kütüphanelerden biri yoksa herhalde en güzeli nezih ortamları olan internet cafe'lere gitmek olacaktır. Burada da saat başı para ödemek sizi projeniz üzerinde çalışmaya zorlayabilir.
5. Çocuklarda oluşabilecek ahlaki tahribata karşı alınabilecek önlemler: Eğer çocuğunuzu internette olur olmaz sitelere girmiş buluyorsanız ya da çocuğunuzun internette ne yaptığına dair hiç bir fikriniz yoksa:
- Evdeki bilgisayarın kişisel değil herkesin kullanıma açık olmasına dikkat edin. Mümkünse bilgisayarı evin salonuna, gözle görülür bir köşesine yerleştirin ve kullanıcının ekranı rahatlıkla gizleyebilecek biçimde oturmasına izin vermeyin.
- Mutlaka filtreleme programları kullanın.
- Eğer bu önlemler sizi tatmin etmiyorsa, bilgisayarı internete bağlamayın. Çocuğunuz çok nadir internete ihtiyaç duyacaktır, bu ihtiyacını da kütüphanede ya da sizin kontrolünüzde gidermesini sağlayın.
Yukarıda saydığım maddeler arasında en önemlileri çocukları zararlı içerikten korumaya yönelik önlemler olacaktır. Tekrar ediyorum, internetin sınırsız bilgi trafiği içerisinde çocuklar yaşlarına göre oldukça gereksiz ve zihinleri tahrip edebilecek içerikle karşı karşıyalar. Çoğu zaman hayalimize bile getiremediğimiz bu yıkımın neticelerini de henüz görmüş değiliz. Birileri bu işin ciddi boyutlara vardığını fark ettiğinde iş işten geçmiş olacak ve 'Böyle Bir Dünyaya Çocuk Doğurmak' sorgulanmaya başlanacak.

23 Mayıs 2008 Cuma

Batsto Village ve düşündürdükleri

Bugün sizlere Amerika'yı Amerika yapan değerlerden birinden söz etmek istiyorum. Şunun şurasında 200 yıllık bir tarihe sahip olan, ancak hem doğayı hem de tarihi değerleri bizden çok daha iyi muhafaza eden bir neslin bu konuya yaklaşımının nasıl olduğuna değineceğim.
Bundan yaklaşık 8 ay kadar önce Amerika'ya ilk ulaşan kolonilerin yerleşim yeri olan Jamesburg'a gitmiştim. Yeni Dünya'nın en eski yerleşim merkezi olan bu bölgeyi bizim köylerimizden çok daha ilginç ya da üstün kılan herhangi bir unsur bulunmadığını, bilakis bizim hala bu tür yerleşim mantığını sürdürdüğümüzü dile getirmiştim.

Amerika'nın yerli halkı hem ülkenin geçmişine dair daha aydınlatıcı bilgilere sahip olmak hem de eski zamanda insanların nasıl yaşadığına dair fikir sahibi olmak için bu bölgeyi yoğun bir biçimde ziyaret ediyorlar. Virginia bu anlamda en talihli eyalet sayılabilir. Zira aynı bölgede üç ayrı kasaba ziyaretçilere hala o eski günlerin tadını yaşatmaya devam ediyor.

Peki, uzakta yaşayanlar ne yapacak? Onlar da tabii ki kendi eyaletlerinin tarihi yerleşim yerlerini ziyaret ederek bu meraklarını giderecekler. Biz de, her ne kadar Jamestown bölgesini ziyaret ederek bu merakımızı gidermiş olsak da New Jersey'de yaşayan meraklı Türkler olarak bu eyaletin tarihine doğru keyifli bir yolculuğa çıkalım istedik.Güney New Jersey'de yaşadığımız için talihli sayılırdık zira az sonra sözünü edeceğim kasaba, bulunduğum yerden yarım saat uzaklıkta. Daha önce bu köye şöylesine bir uğramış, düzenlenen festival ilgimi çektiği için köyün etrafında kısa bir tur atmıştım. Ancak bu kez, bir rehber eşliğinde hem köy hakkında daha ayrıntılı bilgilenecek, hem de etrafındaki yemyeşil bitki örtüsü ve ormanlık alanda yaşayan canlıları yakından görme imkanına sahip olacaktık.

İki saatlik gezimizde tur rehberimiz Gil sayesinde,köyün nasıl kurulduğundan tutun, ilk maden ocağına, maden ocağının sahibi Wharton'ın evinden sıra sıra dizilmiş kasaba evlerine, masmavi gölün sevimli sakinleri kurbağalar, kaplumbağalar ve yılanlardan ormandaki porsuklara kadar türlü türlü yerler ve canlılara kadar pek çok şeyi görme imkanı bulduk.

Tabi bunlar Türkiye'de aslında hepimizin günlük hayatta bir şekilde karşılaştığı ancak bu kadar ilginç bulmadığı sıradan şeyler gibi geldi bize. Ancak, Gil'in olayları hikayelendirmesi, ormana ve köye dair en küçük ayrıntıları dahi detaylandırması ve bize 'Bakın size çok ilginç bir şey göstereceğim deyip meraklandırması' insana bu ülkede Doğaya ve Geçmişe verilen önemin ne denli ehemmiyetli olduğunu hatırlattı.

Örneğin, bir artezyen kuyusunu anlatırken, belki de hayatında hiç artezyen kuyusu görmemiş muhatapları da dikkate alan Gil, yeryüzünün kaçta kaçı suyla kaplı, bu suyun yüzde kaçı içilebilir gibi sorularla muhatabının dikkatini çektikten sonra, artezyen suyunun o zamanın ve günümüzün insanlarının hayatlarında oynadığı rolü çok güzel bir biçimde ifade etmiş oldu.

1700'lerden kalma bir geçmişe bu derece değer veren bu insanların Türkiye'yi gördüklerinde yaşadıkları heyecanı ve sevinci artık siz hayal edin. Kültürel değerlerimizi kendi ellerimizle yok ederken aslında geleceğimiz de yok ettiğimizi, bundan bir kaç asır sonra eğer sahip olduğumuz değerlere kol kanat geremezsek Turizm merkezleri olarak 200 yıllık New York'ları, yarım asırlık Dubai'eri görmemiz kaçınılmaz olacaktır.

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Bir Court macerası daha

Bugün yine mahkemedeydim. Ancak, suçlu olarak değil tercüman olarak. Türkiye’den yeni gelen bir dostumuzun ehliyetsiz, sigortasız, aşırı hız yaparken yakalanması üzerine aldığı 3 ayrı cezayı indirebilme umuduyla mahkemede yerlerimizi aldık.
Önceki mahkemelerden farklı olarak üst araması yapıldı. Bu kez prosecutor (savcı) daha ılımlıydı, arkadaşın Türkiye’den yeni gelmiş olmasını göz önünde bulundurarak cezayı yarıya indirdi. Yapabileceğinin en iyisini yaptıktan sonra da arkadaşa dönüp ‘Ülkemize Hoş Geldin’ dedi. Ben de ilk defa hakim karşısında yaptığım çeviride ‘sadece doğruyu söyleyeceğime dair’ yemin ettim.
Tüm bu indirimlere rağmen 233 dolar ödemekten kurtulamadık. Taksitlere bölüp ödemek istedik ancak iki sayfalık gelir bildirim formunu doldurup bir de hakime imzalatmak en az iki saatimizi alacağı için parayı peşin ödedik. Ben de, ülkeye yeni gelen dostumuza kurallara uymasını, bunun kendisine bir ders olması gerektiğini hatırlattım.
Mahkemede otururmuş fısır fısır konuşurken önde oturan bir bayanın bize dönerek ‘Are You Guys Turkish?’ diye sormasının şaşkınlığını yaşadıktan hemen sonra, bayanın eşinin Türk olduğunu öğrendik. Bize, etraftaki Türk kahvehanelerine gidip gitmediğimizi sordu, biz de Kahvehanede ne işimiz olur edasıyla gitmiyoruz dedik. Artık, tanıdığı birileri mi vardı niye sordu bilmiyoruz. Anlamadığımız bir iki prosedürü bu bayana sorduk o da sağolsun epey yardımcı oldu.
Gişeye gidip ödeme kuyruğuna girdiğimizde önümüzdeki 16-17 yaşlarında bir kız bir de oğlanın dillerini birbirlerinin dillerine dokundurur gibi öpüşmelerini izlerken; kendi kendimize şimdi Türkiye’de olsaydık ya biri kalkar bunlara iki tane çakardı ya da millet söylenir dururdu dedik. Çocukların yaşlarının küçük oluşu ve öpüşürken sanki hiç bir şey hissetmiyormuş gibi davranmaları da beni çileden çıkarttı. Bunlar kesin bu işten zevk almıyorlardır dedim, artık onlar için sıradan bir his olmuştur diye yorum yapmadan da edemedim.

1 centin hesabını yapmak

Akşam vakti, can sıkıntımı gidermek için şöyle bir dolaşmaya çıktım. Yapacak doğru dürüst bir şey olmadığından Wawa’ya gidip dondurma alayım dedim. Kasaya yaklaştığımda kasiyer 5 dolar 1 cent dedi. Şimdi bu 1 centi mutlaka ister diye tuttum 6 dolar verdim. Kasiyer bayan, 1 cent için 1 dolar bozamam demesin mi? Dumura uğradığım an işte bu andır. Teşekkür edip çıktıktan sonra, arabada bozuk paralar olduğunu fark ettim ve 1 cent çıkartıp kasiyere verdim. Altta kalmamış oldum böylece :)
Aslında para üstünü almama, eksik verme gibi alışkanlıklar Türkiye’de de büyük marketlerin piyasayı ele geçirmesiyle unutulur oldu. Bu yüzden hala bakkalar varsa, bunu veresiye alış veriş yapabilmenin dayanılmaz hazzını hala yaşamak istiyor olmamıza bağlıyorum ben.
Kapitalizmin merkezi Amerika’da bile Türkler, Türk marketlerinden veresiye alışveriş yapıyorlar, aylarca hesaplarını kapatmıyorlar. Türk işte nereye gitse huyundan vazgeçmiyor diyebilirsiniz ama bence bu daha ziyade aidiyet hissiyle ve samimiyetle alakalı.
Örneğin, arabamın yağını değiştirdiğim Amerikalı tamirci de zaman zaman benden eksik para alır, fiş kesmez indirim yapar, sonra verirsin falan der. Bu da ister istemez aramızda bir samimiyet kurulmasına ve benim sadık müşterilerden biri olmama vesile oluyor. Yanılıyor muyum?