29 Mart 2008 Cumartesi

Le Papillion

Netflix’in Yabancı Aile Fimleri kategorisinde ilk sırada yer alan bu filmi ister istemez merak ettim ve izlemeye karar verdim. Fransız filmlerine karşı ön yargılıyım aslında, aile filmi diye geçen filmlerde bile bazen uygunsuz bir kaç sahne ya da küfür yer alabiliyor. Ancak bu kez, beklediğim olmadı. Her ne kadar bir İran filmi kadar mesaj kaygısı taşımasa da bir Fransız filmi için oldukça oturaklı ve ailecek izlenebilecek bir film olarak düşünülebilir.
Film, yaşlı bir kelebek koleksiyoncusu ile dokuz yaşındaki küçük bir kızın diyaloglarından oluşuyor. Zaman zaman, Tanrı inancı, aşk-sevgi, aldatma ve aile ilişkilerine de temas eden film aynı zamanda iki kuşağı birden ekrana bağlayabiliyor. Yaşlı adam, genç yaşta kaybettiği oğlunun acısıyla bizlere sevdiklermizin değerini bilmemizi öğütlerken, küçük kız da anne babasız yaşamanın ne kadar zor olduğunu hatırlatıyor.
Film yer yer kürtaj ve eşitlik gibi konulara da değiniyor, ancak öyle insanın gözüne sokar gibi değil. Örneğin küçük kız, annesinin kürtaj için geç kaldığını öğrenmesi üzerine dünyaya geldiğini söylerken, ‘Hiç Bir Şey’ olan kürtaj edilmiş ceninlerin de ızdırabını yaşamamıza neden oluyor. Yaşlı adam da, dünyadaki eşitlik fikirlerinin palavradan ibaret olduğunu, bunu anlamak için zengin ve fakir insanların varlığını görmemizin yeterli olacağını söyleyiveriyor laf arasında.
İngilizce’ye tercümede bir takım sınıktıları olsa da ( Örneğin Söz veriyorum= I promise yerine I give you my word şeklinde çevrilmiş) film, keyifli bir saat yaşamamıza ve bizi Fransa’nın doğal güzelliklerine alıp götürmesi yönüyle seyretmeye değer.

22 Mart 2008 Cumartesi

Benim Gündemim, Sizin Gündeminiz

(Bu yazı Fildişikule.Org 'ta yayınlanmıştır...)
Dünya ve beraberinde Türkiye, hızına yetişemediğimiz bir dizi gündemle meşgul bu sıralar. Ülkemin kahvehane köşelerinde belki de tüm bu gündeme yetişemiyordur yurdum insanı. Ancak, ben tüm bu olup bitenlere yine de bizim penceremizden az da olsa bir kapı aralayalım istiyorum.
Şu satırları kaleme alırken, Obama ve Clinton arasında süren çekişme belki de Amerikan kamuoyunun tek gündem maddesi. Öyle ki, ne Türkiye'de bir siyasi partinin kapatılması davası, ne başörtüsü meselesi ne de Kosova'nın bağımsızlığından haberdar değil sokaktaki Amerikalı. Hoş, sokakta gezen insan da göremediğiniz bu ülkede kimse kimseden haberdar da değil aslında.
Bu ülkede yaşarken, zaman zaman insanı boğan, zaman zaman da hayatı anlamsız kılan bir yaşam tarzı hakim gibi geliyor bana. Bu his bazen öyle ayyuka çıkıyor ki, sokakta –eğer görebilsem- çekip bir Amerikalıyı durdurup 'Kardeşim görmüyor musunuz Dünya'da olan biteni, onlarca aç insanı ve suçsuz yere ölen çocukları' diyesim geliyor. Susuyor, içime atıyorum çoğu zaman.
Tabi, bu durum içeriden pek de net bir biçimde görülemiyor. Hele hele, kendi ülkesini bırakın, kendi eyaletinden, kendi kasabasından dışarı çıkmamış bir Amerikan vatandaşı için daha da zor bir hal alıyor. Kimse de kalkıp, neden radyolarda, tv'lerde hep Amerikan müziği çalıyor, bu dünyada İngilizce'den başka konuşulan başka bir dil yok mu diye de merak etmiyor.
Kosova bağımsızlığını kazandığında, Amerikan medyasında alışılagelmedik biçimde ayrıntılı bir şekilde yer buldu. New York'ta Times Meydanı'nda bağımsızlıklarını kutlayan Kosovalılar sık sık ekranlara geldi ve Amerikan Hükümeti'nin Sırp zulmü altında inleyen Kosovalılara yaptığı yardımlar ve bağımsızlığa giden süreçteki katkısı hatırlatıldı. Elbette, bu desteğin Amerikanın Avrupa'da ılımlı bir Müslüman devleti destekliyor görünmesinden daha öte bir anlamı vardı. Ancak bu konular, bu yazının asıl konusu değil.
Şimdi, sanırsınız ki, Amerikan halkı da tıpkı Amerikan hükümeti gibi Kosova'nın bağımsızlığına çok sevindi ve konuyu yakından takip etti. Hiç zannetmiyorum. Yine sokaktaki bir Amerikalıya sorsanız, size Kosova'nın yerini haritada gösteremeyecektir. Hayır, aşağıladığımı falan zannetmeyin, bizzat Amerikalılar kendileri söylüyorlar bunu. 2006 yılında yapılan bir araştırmaya göre 18-25 yaş arası deneklerden yüzde 50si haritada New York'u bulmakta zorluk yaşamış. Irak ya da o çok sözü edilen İran ve Afganistan gibi tehdit unsuru ülkelerin ise nerede olduğunu bilenlerin sayısı parmakla gösterilecek kadar az.
Yine benzer bir ankette Üniversiteye giden öğrencilerin yüzde 92'sinin yabancı bir dil bilmediğini öğreniyoruz. Bu da ister istemez, dünyaya dair haber kaynaklarının İngilizce olması zorunluluğunu doğuruyor. Zaten, CNN gibi FOX News gibi kanallar belli bir politika çerçevesinde yayın yapıyorlar. Bu durumda geriye, eğer talep edilirse ancak BBC ya da Euronews gibi, Avrupa'nın göbeğinden yayın yapan, dünyaya daha açık vizyonu olan haber kanalları kalıyor.
Durum ortada. Eh, böylesine kuşatılmışlık karşısında çaresiz Amerikan halkı ne yapsın değil mi? Şimdilerde benzin fiyatları galon başına 3 doları geçtiği için haklı olarak panik yaşamaktalar, belki sırf bu yüzden- bir Kurtarıcı beklentisiyle- ilgiyle seçim sürecini takip ediyorlar. Yoksa, Kosova bağımsızlığını kazanmış, Afrika'da bir kabile soykırım uygulamış, İsrail'de bir türlü barış sağlanamamış, bunlar bizim kahvedeki Mehmet Ağa'nın çözeceği işler. İnan, bunlara Amerika'da akıl yoracak kimseler yok.

2 Mart 2008 Pazar

Yige doubu neng shao (Not One Less)

Bu kez yine bir Çin filmini sizlere tavsiye etmek istiyorum. Konusu genç bir öğretmen olduğu için dikatimi çeken bu yapım bir kez daha Doğu kültürüne yakınlığımızı pekiştirdi zihnimde.
Wei, 13 yaşında genç bir kız. Komşu köyün öğretmeni bir aylık izne çıkınca kendisini yedek öğretmen olarak buluyor. Köyün tek katlı, tek sınıflı, birleştirilmiş sınıfında eğitim yapmak hiç de kolay olmuyor. Gitmeden önce diğer öğretmen tane tane saydığı 28 tebeşiri kendi yokluğunda her güne bir adet tebeşir düşecek şekilde tutumlu bir şekilde kullanmasını tavsiye ediyor. Fakir bir okul olduklarını ve tebeşirden başka malzemelerinin olmadığını da hatırlatarak. Bir de geri döndüğünde çocukları bir tane dahi eksik bulmak istemediğini sıkı sıkı tembihliyor.
Bir kaç gün sonra köyün muhtarı çocuklardan birinin hızlı koştuğunu keşfediyor. Şehirden gelen Antrenörleri çocuğu şehre götürmeleri için ikna ediyor ama bizim genç stajer ikna olmuyor. Her ne kadar çocuğu köyün bir ucunda saklasa da gitmesine engel olamıyor.
Bir başka gün, fakir bir ailenin çocuğunun da çalışıp para kazanmak için şehre gittiğini öğreniyor. Ardından şehre gidip çocuğu bulmaya çalışıyor. Tabi bu iş sandığımız kadar kolay olmuyor. Önce otobüs için para bulması lazım, bunun için çalışması lazım. Şehre gitse bile koca şehirde çocuğu ara da bulasın. Ardından duvarlara astığı ilanlar, tv istasyonun kapısında sabahlamalar vs vs.
Köy insanının tüm sıcaklığını, yokluk içinde mucizeler yaratan inanmış öğretmenlerin hikayesini izlemek istiyorsanız, bu filmi kaçırmayın.