21 Ağustos 2007 Salı

Amerikan medyası ve Amerikan toplumu üzerindeki etkileri

(Dördüncü Kuvvet Medya internet sitesinde yayınlanmıştır)

Bir kaç yıl önce Kanada’da bir TV programı yayınlandı. Bu programda Amerika Birleşik Devletleri’nin farklı eyaletlerinde yaşayan insanlara dünyayla ilgili sorular soruluyordu. Amerikalıların verdiği komik cevaplar üzerine kahkaha efektleri bindiriliyor ve lafı ‘İşte Amerikalılar ne kadar aptal görün’ demeye getiriyorlardı. Peki, Amerikalılar gerçekten bu kadar aptal mıydı
?
Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle bir Amerikalının günlük hayatını ve Amerikan medyasının sokaktaki adama etkisini çok iyi değerlendirmek gerekiyor.
Tv kolik Amerikalılar
Amerika’da bilindiği üzere tv izleme alışkanlığı oldukça yaygın. Kablolu tv en çok tercih edilen yayın türü. Kablolu tv aboneliği bulunan bir Amerikalı, en basit planı tercih ettiğinde 100’e yakın tv kanalı izleme imkanına sahip. Ancak gelin görün ki bu çeşitlilik aslında bir nevi tekdüzelik anlamına geliyor. Nasıl mı, şöyle ki:
  • Tv kanallarının hemen hepsi İngilizce yayın yapan Amerikan televizyonları. Yani bizim gibi Alman, Fransız, İngiliz ya da Arap kanalları kablolu planda yer almıyor. Dolayısıyla Amerikalıların dünya’dan haber alabilecekleri tek adres yine Amerikan medyası oluyor.
  • İspanyolca yayın yapan iki kanal mevcut, ancak bu kanallarda sadece pembe diziler ve eğlence pogramları yayınlanıyor.
  • Tv kanallarının büyük bir kısmı yalnızca dizi ve film yayını yapıyor.
  • En çok izlenen Amerikan televizyonları, haberlere oldukça az yer ayırıyorlar. Ortalama yarım saatlik haber bülteninin yüzde 90’lık bölümünde yine ülke içinden haberlere yer veriliyor. Örneğin gündem artan benzin fiyatlarıysa haberlerin büyük bir kısmında bu konudan söz ediliyor.
  • Dünya gündemine ilişkin haberler yalnızca Amerika’yı ilgilendiren şekliyle sunuluyor. Örneğin şu sıralar sadece Irak haberleri ve Başkan Bush’un Irak’taki gelişmeler hakkındaki değerlendirmeleri haberlerin geniş bir bölümünü kapsıyor.
  • CNN, Fox News gibi merkez medya haber kanalları, taraflı yayıncılık yaptıkları için dünyadaki gelişmeleri de yine istedikleri gibi sunuyorlar izleyiciye. Bu kanalları izleyen sıradan bir vatandaşta ister istemez belli önyargılar oluşmaya başlıyor.
İşin enteresan tarafı, yabancı yapım programlar neredeyse hiç yer almıyor Amerikan medyasına. Örneğin, Holywood filmleri dışında Dünya Sinemaları’ndan örnekler verilmiyor bizdeki gibi. Herhangi bir ülkenin hazırladığı belgesel, müzik programı, ya da haber programı hiç rastlanır bir durum değil. Tıpkı Amerikan radyolarını açtığınızda gün boyu sadece İngilizce şarkıların yayınlanması gibi.
Public Broadcasting
Yeri gelmişken atlamadan geçmeyelim. Bu dışa kapalılığın yanında public television (pbs) ve public radio (npr) adıyla yayın yapan kuruluşlar, Amerika’nın bir nevi dışa açılan gözü ve kulağı sayılabilirler. Bağış ve üyelik sistemiyle yayın yapan bu kuruluşlar, saygınlığı açısından bir nevi bizdeki TRT’nin eşdeğeri olarak düşünülebilir. Belgesel ve haber programı ağırlıklı yayın yapan bu kuruluşlar, mümkün olduğunca dünyadaki farklı renklere ve seslere yer vermeye çalışıyorlar. Hatta günlük olarak Ingiliz haber kanalı BBC’nin dünya haberlerinin yayınlandığı bu kanallar, tekdüze Amerikan medyasının oluşturduğu boşluğu az da olsa dolduruyor denilebilir.
Şimdi bir Amerikalı’nın gündelik hayatının büyük bir kısmını işgal eden medyanın bu yayın politikasını gördüğümüzde Amerikan toplumunun neden bu kadar dünyaya kapalı olduğunu anlamak çok da zor olmasa gerek. Bir de siz buna dünyanın hiç bir yerinde artık geçerliliği kalmayan ölçü birimlerini ( mile, inch, pound) ve yalnızca bu ülkeye has spor türlerini ( beyzbol ve Amerikan futbolu ) eklediğinizde zannediyorum bir Amerikalı’nın dünyaya bakışının sizinki gibi olmadığını anlamanız kolaylaşacaktır.
Peki ya bundan sonra?
Dünya giderek global bir köye dönüşüyor. Bunun etkilerini her yerde görebilmek mümkün. Hatta Amerika bile bu golballeşmeden nasibini alıyor. Örneğin internet yayıncılığının Tv ve radyo’ya bir alternatif oluşturması, Amerikan toplumunun da yavaş yavaş dünyaya açılmasına katkıda bulunuyor. Ayrıca metrik sistemin entegre edilmesi çalışmaları ve Soccer diye bilinen ama aslında bizim futbol dediğimiz spor türünün giderek daha fazla izleyici toplaması da bu değişimin en açık göstergeleri. Zannediyorum bundan sonraki nesiller, başta Amerikan toplumu olmak üzere dünyaya hepimizden daha duyarlı olacaklardır, en azından bunu ümid ediyorum.

amerika notları 3

amerika`dayim...

Evet, gittim gidiyorum derken nihayet amerikadayim. 13 saat suren yorucu bir yolculugun ardindan hala devam eden bas agrilarimla sincaplarin agaclar arasinda kus seslerinin insane huzur verdigi, sirin bir akinti kenaridan can sesleri esliginde yaziyorum bu yazimi. Henuz geleli 3 gun olmasina ragmen simdiden en az romanya izlenimlerini aratmayacak kadar malzeme var elimde. O halde sirasiyla baslayayim anlatmaya…
Ucagimiz turkiyeden saat 11.45`te kalkacagi icin saat 10 gibi havaalanina vardik. Omrumde ilk defa ucaga binecek olmanin heyecani ile nihayet ucaktaki yerimizi almistik. Otobusten kalma aliskanlik geregi pencere kenari istemistim am nerden bileyim gokyuzunden bilmem kac fit yukseklikte hava sicakliginin -55 derece olacagini. Dogal olarak biraz usuttum. Yolculuk boyunca delta hava yollarinin yakin ilgisine mazhar olduk. Her ne kadar ilk 2 filmi turkce son iki filmi italyanca yayinlayarak bizleri hayal kirikligina ugratsalar da gerek hostesleriyle gerekse sorunsuz gecen yolculugumuzla takdirlerimizi kazandilar.
Ucaktan indikten sonra ilk olarak guvenlik gorevlileriyle bir gorusme yapiyorsunuz. Size nicin geldiginizi, hangi amacla ingilizce ogrenmek istediginizi nerede kalacaginiz soruyorlar. Parmak izlerinizi alarak Konsoloslukta verdiklerinizle karsilastiriyorlar ve fotografinizi cekiyorlar. Ucaklar ilk olarak new york`a indigi icin ben de buradan baska bir ucaga daha binerek Washington, d.c.`ye vardim. Vardigimda saat aksam 19.00 du ancak tr saati ile gece saat 02.00 oldugu icin uykusuzluktan neredeyse devrilmek uzereydim. O gun ancak saat 24.00 gibi yataga girebildim ve ertesi gun ogleye kadar uyudum. Hala uyku duzenimi saglamis sayilamam sanirim bir kac gun daha boyle devam edecek.

Gelelim amerika hakkinda ilk izlenimlerime. Ilk olarak ucaktan gordugum New York bana hayatimda gordugum en buyuk ve en duzenli sehir olarak geldi. Sokaklarinda gezme firsati bulamadim icin henuz bir sey soyleyemeyecegim. Ardindan havanin kararmaya basladigi saatlerde goz alici aydinlatmalariyla gokyuzunden Washington`i seyretmek oldukca keyifliydi. Ve nihayetinde Washington Ronald Reagen hava alaninda yolculugum sona erdi ve amerikan topraklarina ayak bastim. Ilk olarak havaalaninin hemen yani basinda yer alan metro istasyonuna binerek ilk ugrak yerimize dogru yol aldik. Ardindan arabayla Baltimore sehrine vardik. Tahmin edilecegi uzere yollar burada her sey demek. Dunyanin baska hic bir yerinde karsilasamayacaginiz turden bir trafik sistemine sahip amerika. genis oldugu kadar bir o kadar da rahat yolculuk yapilabilecek turden. Herkesin mutlaka bir adet arabasi oldugu icin kimi yerlere ne otobus ne de metro ile ulasim yok.
Su an Baltimore sehrine dair cok fazla bilgiye sahip degilim ancak bulundugum konum itibariyle sessiz sakin etrafi parklarla verili universite kampuslerinin yer aldigi insanlarin gun boyu yol kenarinda kostugu bir yerdeyim. Yerel halkla da henuz herhangi bir diyalogum olmadi.

Amerikada ilk merak ettigim seylerden biri elbette televizyon yayinlariydi. Baltimore sehrinin kendine ait tv kanallari var, bu kanallar yerel haberler yayinladiklari gibi ayni zamanda ulusal kanallarin programlarini da zaman zaman yayinliyorlar. Gunduz kusaginda hemen her kanalda judge dedikleri hakim ve juri uyelerinden yer alan mahkeme goruntulerinin yer aldigi programlar var. davaci ve davalinin yargic tarafindan yargilandigi ve bir karara varildigi bu program eger gercekse ( ki gercek oldugu iddia ediliyor ) amerikalilarin ne kadar basit ve luzumsuz konularda ihtilafa dustuklerini gosteriyor.
Tv yayinlarinin benim acimdan en guzel tarafi tum kanallarin ve programlarin ingilizce alt yazi ile veriliyor olmasi. Bu da dil ogrenmeye gelenler icin buyuk kolaylik sagliyor.

Bulundugumuz yere yakin turk bakkali var. buradan turkiyede aldiginiz konserve, salgam suyu,salca vb. Urunleri almaniz mumkun. Hatta evde turk yemekleri bile yapabilirsiniz boylelikle.
Amerikada uzerinde usps yazan posta arabalari var. bu arabalarin direksiyonlari sagda. Sebebi de postayi birakirken evin sag tarafta olmasi.
Amerikada butun olcu birimleri farkli. Gunlerdir televizyonda hava sicakliginin 70 fahrenheit oldugunu soyluyor bunun 20 derece oldugunu bugun ogrenebildim. Ayrica yol, agirlik birimleri de farkli. Alismak zaman alacak.
Simdilik bunlar, daha cok gezip gordukce sizlerle paylsmaya devam ederim.

f-1 ( ogrenci vizesi ) nasil alinir?

Ogrenci vizesi alarak amerika`da egitim almak istiyorsaniz yapmaniz gerekenler sunlardir:
Oncelikle gitmek istediginiz dil kursu ya da universiteden bir Kabul almaniz gerekmektedir. Bunun icin gitmek istediginiz okulun sizden isteyecegi bir takim belgeler olacaktir; bunlari okulun web sayfasindan ya da ilgili kisiye mail atarak ogrenebilirsiniz.ama genel olarak istenen evraklarin ayni oldugunu varsayarak size adim adim nasil basvuracaginizi anlatacagim.
1. okulun web sayfasindan indireceginiz basvuru formunu doldurun. Form ingilizce karakter kullanarak doldurulacaksa gerekli aciklamalar vardir’ dikkatlice okuyun.
2. kursun hangi tarihte baslayacagini ve basvurunun hangi tarihte son buldugunu iyice ogrenin. Basvuru tarihinden once gerekli evraklarin okula ulasmasi gerektigini unutmayin.
3. mali durumunuzu gosteren bir belge hazirlayin. Bu belge sizing masraflarinizi karsilayacagini taahhut eden bir yakininiz tarafindan yazilan bir mektup ve bu sahsa ait banka hesap bilgileri olabilecegi gibi; sizin adiniza ve egitiminiz suresince yeterli olacak miktarda para bulunan bir hesap cuzdani ya da banka tarafindan yazilmis bir teminat mektubu olabilir.
4. yine okulun istegine bagli olarak fotograf ya da ingilizce olarak hazirlanmis bir ozgecmisiniz gerekebilir.
5. turkiye`de mezun oldugunuz universiteden alacaginiz transcriptiniz. Ingilizce ya da turkceden ingilizceye yeminli bir tercuman tarafindan cevrilmis turkce orjinal not bildirim cizelgeniz.

Bu evraklari son basvuru tarihinden once okula ulastirmaniz gerekmektedir. Eger son basvuru tarihine az bir zamaniniz kalmissa ups vb. Posta servisleri ile 4 gun icinde basvurunuzu gonderme sansiniz oldugunu unutmayin.

Basvurunuzu yaptiniz peki simdi ne yapacaksinizi? Vize basvurusunda bulunmak icin okuldan gelecek olan Kabul belgesine ( i-20) ihtiyaciniz olacak. Ancak bu belge gelene kadar siz de bos durmayin ve bir taraftan digger evraklari hazirlamaya baslayin. Gelelim vize basvurusunda gerekli olan evraklara:

· En az alti ay geçerliği olan bir pasaport, varsa eski pasaportlar : pasaportunuzun egitiminiz bitinceye kadar gecerli olmasi ornegin dort aylik bir kursa gidiyorsaniz en az alti ay ya da daha sonrasinda suresinin bitiyor olmasi
· Vize başvuru formları (DS 156, DS 157ve DS 158) : bu uc formun da eksiksiz bir bicimde doldurulmasi gerekmektedir. Basvuru formlarini doldururken dikkat edilmesi gereken bir kac husus bulunmaktadir. Kisaca bunlara deginelim. Formlar siyah ya da mavi renk murekkepli kalemle doldurulabilir. Turkce karakter kullanilabilir. Yazmak istedikleriniz forma sigmadigi takdirde ilave bir kagit kullanabilirsiniz. Cevabi olmayan sorulari bos birakmak yerine YOK ifadesini kullanmalisiniz. Vize gorusmesinden hemen once formlari alirken yetkili kisi yalnizca bos soru olup olmadigina bakmaktadir. Sorulari en dogru bicimde cevaplamalisiniz. Ornegin askerligini yapan kisiler formda silahli egitim alip almadiklari sorusuna evet cevabini verip askerlik sirasinda aldiklari aciklamasini yapmalidirlar. Ikamet adresi su anda ikamet edilen yer olarak belirtilmelidir. Ogrenci iseniz ogrenci oldugunuz calisiyorsaniz calistiginiz yer vb. Bilgiler en dogru sekliyle yazilmalidir.
· Bir adet 5cm*5cm, arka fonu beyaz fotoğraf : fotograf ile ilgili gerekli aciklamalar elciligin sitesinde yer almaktadir. Eger bulundugunuz yerde bu isleri bilmeyen bir fotografci varsa bu bilgileri vererek saglikli sonuc elde edebilirsiniz.
· Vize randevusu için İş Bankası'na 16 USD yatırılarak PIN numarasının alınması: elcilgin web sayfasinda yer alan telefon numarasini arayarak kredi kartiniz ile online odeme yapabileceginiz gibi herhangi bir isbankasi subesine giderek vize basvuru diyerek odeme yapabilirsiniz. Unutmayin odemeyi yaptiktan bir gun sonra randevu almak icin telefon acabilirsiniz
· Vize başvuru ücreti: USD 100 (Herhangi bir FORTIS bankasina yatırılacak): bu bedel vize gorusmesine gitmeden once herhangi bir zamanda yatirilabilir, onemli olan gorusmeye giderken yaninizda odendi dekontunu bulundurmaniz
· (I-20)Gideceğiniz eğitim kuruluşundan alınmış olan; kurs bedelini, bu bedelin ödenmiş olduğunu, nerede kalacağınızı, bu konaklamanın bedelini, haftada kaç saat ders alacağınızı ve kursun hangi tarihler arasında olacağını gösterir kabul belgesi : basvuru formlarini okula gonderdikten sonra en gec bi hafta icinde elinizde olacaktir.
· SEVIS ücreti yatırıldı belgesi : i-20 formunuz geldikten sonra formda yer alan bilgilerinizle birlikte bir defaya mahsus olmak uzere 100 dolar yatirmaniz gerekmektedir. http://www.fmjfee.com/ adresine girerek kredi kartinizla bu odemeyi yapin ve islem sonunda odeme yaptiginiza dair ciktiyi almayi unutmayin
· Mezun olduğunuz eğitim kurumundan aldığınız Diploma veya Çıkış Belgeniz (İngilizce noterden tasdikli sureti), öğrenciliğiniz devam ediyor ise öğrenci belgeniz ve varsa sahip olduğunuz sertifikalar
· Transkript (İngilizce tasdikli sureti)
· İngilizce öğrenmek için herhangi bir lisan kursuna gittiyseniz, aldığınız sertifikanınız; yada sertifika almadıysanız, dershaneden alınmış, kursa devam ettiğiniz tarihleri açıklayan bir mektup
· Mali durumunuzu gösteren Banka Mektubunuz ,Ortalama 20.000 usd civari olmali (gozuken miktar vize basvuru esnasinda ve vizeyi alacaginiz ana kadar bankada bulunmali)
· Ailenize veya size ait banka cüzdanlarınız
· Ailenizde çalışan fertlerin maaş bordroları veya iş sahibi iseler iş yerleri ile ilgili evraklar (ticaret odası faaliyet belgesi, vergi levhası fotokopisi, imza sirküleri fotokopisi, sicil gazetesi fotokopisi)
· Sizi finanse edecek bir şirket varsa bu şirkete ait ticaret odası faaliyet belgesi, vergi levhası fotokopisi, imza sirküleri fotokopisi, sicil gazetesi fotokopisi; sizin tüm okul ve yaşam masraflarınızın karşılanacağının taahhüt edildiği ve bir şirket yetkilisince imzalanmış mektup ve varsa şirketin son iki aylık banka cüzdanlarının fotokopileri.
· Malvarlığınızı göstereceğine inandığınız belgeler varsa, bunların fotokopileri;( tapu, arac ruhsati, hisse senedi v.b. anne, baba,dedeniz vb akrabanizin üstüne kayıtlı mal varlığı da olabilir. )
· Çalışıyorsanız, SSK işe giriş bildirgeniz, çalıştığınız şirketin ticaret odası faaliyet belgesi, vergi levhası fotokopisi, imza sirküleri fotokopisi, sicil gazetesi fotokopisi, birkaç aylık maaş bordronuz ve görevinizi, gelirinizi, gösterir mektup.
· Su an calistiginiz muesseden ( İngilizce olarak) bir yilligina Amerikaya dil ogrenimi icin izinli olarak,ayrildiginizi ve donuste yine ayni yerde calisabileceginize dair mektup
· Ucak rezervasyonlari
Tum bu belgeleri hazirlayarak gitmeniz vize alma sansinizi artiracak oldugu gibi reddedilme ihtimaliniz oldugunu da aklinizdan cikarmayin. Turkiye`deki baglariniz ne kadar guclu olursa, mali durumunuz ne kadar iyi olursa vize alma sansiniz da o derece yuksek olacaktir.
Hepinize basarilar
11.03.2006
Baltimore, MD

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Virginia izlenimleri...

Yediğin içtiğin senin olsun, bize gezdiğin gördüğün yerleri anlat diyorlar. Üç günlük Virginia-Maryland seyahatinin ilk durağı olan Virginia Beach, Norfolk bölgesinden söz edeceğim.

Her yazıda olduğu gibi önce nasıl gidilir’den başlayalım. Kuzey’den, özellikle New York New Jersey bölgesinden gelecek olanlar için iki alternatif yol mevcut. Delaware sınırlarında başlayan birinci alternatif yol, Washington DC civarından da geçen meşhur 95 nolu otoyol sistemi. İkinci alternatif ise, ki ben size bunu tavsiye edeceğim, yine Delaware-Maryland-Virginia eyaletlerinin üçüne de ait sınırların bulunduğu yarımada üzerinden geçiyor. Bu yolun güzelliği üç eyaleti birden peşi sıra görmenin yanında her eyaletin kendine has doğal güzelliklerini de aynı zamanda müşahade edebilmeniz.

Delaware nere ola ki?
Delaware, Amerika’nın kurulan ilk eyaleti. Oldukça küçük bir alana ve bir o kadar da az nüfusa sahip. İlk eyalet olmasından dolayı özel bir statüye sahip ki, satın aldığınız hiç bir şey için vergi ödemiyorsunuz. Bu da alışveriş meraklıları için bir tercih nedeni olabiliyor. Kimi zaman yol üstünde durup mola verilecek devasa alışveriş merkezleri görmeniz de yine bu talebe binaen ortaya çıkmış denilebilir. Delaware’ın yolları da alabildiğine geniş ve aynı zamanda yemyeşil doğa güzellikleriyle insana yolculuk boyunca huzur veriyor.

Chasepeake Bay Bridge Tunnel
Maryland’a geçtiğinizde aynı doğal güzellikler devam ediyor ve çok geçmeden Virginia sınırlarına giriyorsunuz. Bu bölgenin adı artık Chasepeake Koyu olarak anılıyor ve birazdan sizi hayatınız bambaşka bir yolculuk deneyimine hazırlıyor. Harita’dan baktığımda Chasepeake Bay Bridge Tunnel olarak gördüğüm ve yaklaşık 25 kilometre uzunluğunda olduğunu tahmin ettiğim bu köprü hayli ilgimi çekmişti. Hatta etrafımdakilere sorduğumda kimileri tünel, kimileri de köprü demişti ben tam olarak zihnimde bunu canlandıramamıştım. Önce bir köprü olarak başlayan bu devasa bağlantı, iki defa tünel şekline giriyor ve size tarifi mümkün olmayan bir deniz üstü ve altı yolculuk zevkini yaşatıyor.

Ve Norfolk...
Aslında köprüyü geçer geçmez ayak bastığınız ilk bölge Virginia Beach olarak biliniyor. Hemen bir bağlantı yoluyla Norfolk’a geçiyorum. Norfolk, bugüne kadar gediğim gördüğüm yerlerden biraz farkli bir yerleşim yeri. Daha ziyade Naval Base ( Donanma üssü ) ve Old Dominion Üniversitesi’yle isim yapmış bu kent aynı zamanda denizin ve yeşilin bir arada paketlenmiş sunulmuş bir versiyonu. Yollar yine bir Virginia klasiği olarak geniş, hatta orta kısımlarında çim şeritler bulunmakta. Bildiğiniz şehir merkezi pek yok, dağınık bir yerleşim düzeni hakim. Türk nüfus New Jersey kadar abartılı sayılmasa da azımsanmayacak kadar. Pek çoğu öğrenci olan Türk nüfüsu aynı zamanda pizzacılık mesleğine de el atmış durumda. Hatta buralara kadar gelip, iş kuran Giresun-Yağlıdere’li yurdumun insanlarıyla da tanışıyoruz. Türklere ait henüz bir cami yok, üniversitenin hemen yakınındaki İslamic Center’da namazlar kılınıyor ve Türk aileler fırsat buldukça önemli günlerde bir araya gelmeye çalışıyorlar.
Norfolk’ta beni en çok şaşırtan şey, New Jersey’de dahi –bazı bölgeler hariç- karşılaşmadığım yoğun zenci nüfusu oldu. Zira Virginia hep red-neck denilen beyaz Amerikalılar’ın ve üst gelir grubu insanların yaşadığı bir eyalet olarak bilinir. Ancak, zencinin de en kötüsü olarak tarif edilen siyahi vatandaşlar özellikle pizza işiyle uğraşan Türklerin başına dert olmuş vaziyette. Hatta, soygun ve silahlı saldırı gibi talihsiz olaylar da yaşanmış yakın tarihlerde. Bir de köşe başlarında birbiriyle sohbet eden beyaz ve siyah Amerikalıları görünce yaşadığım şaşkınlığı arkadaşım, aralarında muhtemelen drug ilişkisi var şeklinde izah etti.

Bir kıyaslama : Virginia Beach & Atlantic CityAmerika’nın doğu sahil şeridinde bilinen belli başlı turizm merkezleri var. Bunlardan ilki, kumarhane cenneti olarak da anılan Atlantic City. Bir diğeri de upuzun kumsalıyla civar bölgelerden turistlerin akınına uğrayan Virginia Beach. İki şehrin plajlarını birbiriyle kıyasladığımda ciddi farklılıklar görüyorum. Örneğin Atlantic City’de tıpkı Ocean City’de olduğu gibi BoardWalk denen tahtadan yapılmış bir yol var sahil boyunca uzanan. Bu yolun bir tarafında kumsal, diğer tarafında ise alış veriş mağazaları, restaurantlar ve su parkları mevcut. Virginia Beach’te ise bu saydığım dükkanlar kumsalın hemen paralelinde uzanan cadde üzerinde konuşlanmış. Sahilin hemen kenarı yüksek tel binalarına ayrılmış. Bu haliyle bana biraz bizim sahilleri hatırlattıysa da, otellerin birbirine bu kadar yakın olmasını açıkçası yadırgadım. Ayrıca, boardwalk hadisesi sanırım burda biraz farklı yorumlanmış. Öyle denize paralel tahtadan yol yok, onun yerine betondan bir yürüyüş yolu yapılmış. Boardwalk ise, denize paralel değil, denize dik uzanan ve yerden oldukça yüksekte güzel bir manzarası bulunan apayrı bir yer olarak düşünülmüş. Ancak, bu tahta yolda yürümek 2 dolar gibi bir ücrete tabi. Dilerseniz, okyanusun hemen kenarındaki bu yol üzerinde balık da tutabiliyorsunuz.

First Landing State Park
Virginia Beach’in sahilinden ayrılıyoruz, Norfolk’a doğru yol alıyoruz. Bu iki şehri birbirine bağlayan upuzun bir yol var. Tarz olarak bizim NJ’in 130 nolu yoluna benzettim. Sağı solu alışveriş mağazaları, benzinlikler ve araba galerileri ile dolu upuzun bir yol. Bu yolun üzerinde sağlı sollu yer alan bir park var. Bir tarafı piknik yapmak isteyen ailelere yönelik ormanlık geniş bir arazi. İçinde koşu ve bisiklet yolları bulunan bu orman içi mesire yeri bizlere oldukça tanıdık geldi. Yolun karşı tarafı ise kamp yeri olarak ayrılmış. Kamp yeri dediğimizde aklınızda nasıl bir şey oluştu bilemiyorum ama kısaca tarif etmeye çalışayım. Kamp alanı hemen denizin kenarında. Deniz değil, okyanus olmasın senin şu dediğin diyenler için biraz konuya açıklık getireyim. Amerika’da bizim bildiğimiz okyanus kenarları hep dalgalıdır ve rahatça yüzmek pek mümkün değildir. İnsanlar da daha ziyade surf yapmak, güneşlenmek ya da sırf deniz suyuna girip çıkmak için tercih ederler bu bölgeyi. Ama bu sözünü ettiğim bölge, okyanusa doğrudan açılmayan bir koy olduğu için, biraz bulanık da olsa durgun bir suya sahip deniz görünümünde. Yüzmesi daha rahat ve Virginia Beach kadar kalabalık olmadığı için ortam olarak daha nezih.

Dönelim kamp yerine. Kamp yerleri, ağaçlıklar arasında birer musluğu, tahta masaları bulunan boşluklar olarak tasarlanmış. Karavan sahibi aileler için elektrik imkanı da sağlanmış. Kampın merkez bölgesinde wc’ler, duş alma yerleri, çamaşır yıkama merkezi ve küçük bir market de ilave edilmiş. Kısacası her şey düşünülmüş. Kamp yapmayıp sadece denize girmek isterseniz de günlük sadece 4 dolarlık park ücretini ödemeniz yeterli.

Mt. Trashmore District Park
Virginia Beach’teki son durağımız da bir piknik alanı oluyor. Piknik alanı, mütevazi bir gölün etrafına kurulmuş.Koşmak, yürüyüş yapmak, voleybol oynamak, toplu ısınma hareketlerı yapmak ve özellikle de ailecek barbekü yapmak isteyenlerin tercih ettiği bu bölge, girişi ücretsiz olmasıyla da ilgiye değer.

WilliamsburgVe gezimizin son durağı Amerika’nın tarihinin en önemli merkezlerinde biri olan Williamsburg oluyor. Jamestown ve Yorktown’ı da içeren bu bölge ilk İngiliz kolonilerinin Amerikan kıtasına çıktıkları yer olarak biliniyor. Neredeyse üçyüz yıllık bir tarihi olan Amerikan Hükümeti, bu bölgeyi aslına sadık kalarak turistler için mutlaka görülesi bir cazibe merkezi haline dönüştürmüşler. Ben bu yerlşim yerlerinden yalnızca Williamsburg’ı görme imkanına sahip oldum.

Norfolk üzerinde yola çıktığınızda yaklaşık bir 45 dakikalık yolculuktan sonra Williamsburg Visitor Center’a ulaşıyorsunuz. Bu bölgey araçlarınızı park edip, civarı dolaşmanıza yardımcı olacak otobüslere binebilirsiniz. Eğer, tur halinde geldiyseniz de yine bu merkezde çevre gezisine başlamanız isabet olacaktır. Biz, Türk mantığındaki turistler olarak doğrudan kasabayı ziyaret etmeyi tercih ettik. Kasaba topu topu iki uzun cadde üzerine kurulu evlerden oluşuyor. Bu caddelerden birinin üzerinde o zamanların postanesi, kilisesi, lokantası ve evleri tarihi yapısına uygun bir şekilde tekrardan ziyarete açılmış. Etrafta eski zamanların kıyafetleriyle dolaşan giyen amcalar ve teyzeler görüyorsunuz. Hatta bir tanesi yalnızca bankta oturup örgü örmekle meşgul. Evler mümkün mertebe birbirlerine bitişik ve ufak da olsa bahçeleri var. Asfalt yolların üzerinde at arabaları tarihin sayfalarından çıkıp gemişcesine etrafta ziyaretçileri dolaştırıyor. Etraf alabildiğine sessiz ve insanlar ‘vay be demek eskiden insanlar bu şartlarda yaşıyorlarmış’ şaşkınlığındalar. Oysa, bu bölge bana memleketimi, bir Kiraz’ımı bir Beydağ’ımı aratmayacak kadar tanıdık geliyor. Sonuç itibariyle, Amerika’da bir zamanlar hayatın nasıl olduğunu merak edenler, kovboy filmlerinin atmosferine gitmek isteyenler ve tarihi filmlere de muhtemelen ev sahipliği yapmış olan bu bölgeyi görmek isteyenlere olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir yer.

Yolculuğumuz burada noktalanırken, henüz görmediğimiz yerleri – örneğin bir Busch Gardens- bir dahaki sefere bırakmak şartıyla Virginia’dan ayrılarak ayrılıyoruz.

Amerika’da Cuma namazi

Baltimore civarinda bir kac tane cami oldugunu biliyorum. Bir tanesi columbia’da. Ancak bunlar sizin bildiginiz manada cami degil zaten mesjid olarak geciyor. Ben geldigim gunden bugune kadar sadece iki Cuma kilabildim. Ikisi de johns hopkins universitesi ogrencilerinin her dinden ibadetlerini yapabildikleri international faith center’da. Bu merkez kilise seklinde oturaklari falan olan bir yer ama Cuma gunleri bos alana ortu sererek namaz kilinabiliyor. Namazi musluman ogrenci toplulugu organize ediyor ve yine ogrencilerden biri kildiriyor. Eh burasi amerika olunca vaaz da ister istemez ingilizce oluyor. Her milletten musluman olmasi insama ayri bir haz veriyor herkes kendi gelenegindeki gibi namazini kiliyor. Hutbeye cikacak yer olmadigi icin kursuden anlatiyor imam. Ayrica bayanlar da kilisenin sag tarafinda yerlerini alip vaazi dinliyorlar.

metro ve otobus yolculugum

Okul basladi ve yolculuk gunleri de beraberinde baslamis oldu. Ilk gun okula gec kalmamak amaciyla Cuma gunu ilk metro deneyimimi yasadim. Burda metro kimi zaman yerin altindan kimi zaman da yerin 20-30 metre uzerinden gidiyor. Oturdugum yere 100 metre vs. kadar uzaklikta oldugu icin metroyu kullanmak akillica. Ilk gun metroye binerken nasil oderim kart mi alirim diye dusunuyordum giris kapisina geldigimde gorevliye nereden bilet alabilecegimi sordum, o da bana bugun ucretsiz dedi. Hayirdir dedim icimden onemli bir gun mudur acaba diye dusundum. Sonra downtown baltimore’da indim ve otobuse bindim. Ilk defa bindigim icin yanimda bozuk para getirmistim ( bir sefer 1.60 dolar ). Sofore para odemek istedigimi soyledim. Bana sadece kafa isaretiyle ileri gecmemi soyledi. Ben gittim yerime oturdum. Ayrica yeri gelmisken hemen otobusun iciyle alakali seyler soyleyeyim. Gozlerim ilk once dur dugmelerini aradi. Ama maalesef ona benzer bir sey goremedim. Ben de inenleri izledim. Otobus penceresinin bir basindan obur basina kadar uzanan bir ip\kablo benzeri bir duzenege elinizi dokundurmaniz yeterli otobusu durdurmak icin. Ilginc bir sey de buradaki otobus soforlerinin cogu bayan. Insan bir garip oluyor. Bir ara eskisehirde de vardi bi bayan sofor de sonradan ortadan kayboldu. Neyse, inmeye yakin sofore yaklasip tekrar odeme yapmak istedigimi soyledim. Adam garip bir sekilde tekrar kafasini salladi kabul etmedi ben de inecegimi soyledim yina kafa isaretiyle tamam dedi ben de indim. Geri donuste de belki para almazlar diye bekledim ama nafile. Tek seferlik otobus ucreti takdir edersiniz ki oldukca pahali. Ancak bir ay boyunca sinirsiz yolculuk yapabileceginiz kartlar var aylik sadece 39 dolar. Tabi eger ogrenci iseniz. Otobuste ve metroda gunluk sinirsiz kullanim hakkiniz var. ama sunu da aklinizdan cikarmayin amerika’da her yere otobus ve metro ile gidemezsiniz. Cogu kimse gibi araba almaniz gerekebilir. Bu konuda calismalarim devam ediyor. Oyle ilginc bir seyki burada metro duraklarinda kocaman park alanlari var. insanlar metro duragina sabahlari arabalari ile gelip arabayi bu duraklara park ediyorlar ve aksamlari da tekrar arabalari ile evlerine donuyorlar. Nasil guvenip de birakabiliyorlar derseniz, park alanlarinin her yerinde guvenlik kameralari var. son olarak da otobuse binenler burada cogunlukla zenciler. Hatta gecen gun kendimi bir afrika ulkesinde tek beyaz adam gibi hissettim zira sofor dahil otobusteki herkes zenciydi.

okulum ve dinler arasi diyalog uzerine

biraz da okuldan bahsetmek istiyorum. college of notre dame of maryland diye geciyor uzun ismi. ben okulun ingilizce kismindayim yani devamli ogrencisi degilim. okul bu civarda kaliteli ingilizce egitimi veren nadir muesseselerden. ozellikle de f-1 vizesi almada kolaylik sagliyor. bunun yaninda biraz pahali oldugunu soylemeliyim.
derslerin islenis bicimleri bizim bildigimiz manada degil bir kere. oyle hoca tahtaya gecip ders anlatmiyor. sinifta zaten en fazla 10 kisi oldugumuzdan dersleri bir dairenin etrafina gecerek isliyoruz. belki inanmiyacaksiniz ama dersler en az 1 saat 40 dakika suruyor. hic ara yok. ben bile kendime hayret ediyorum cunku tr'de hic bir dersi 50 dakika boyunca dinledigim vuku bulmamistir. dersler genelde uygulama esasli gidiyor. ornegin bir writing dersiyse surekli bir seyler yaziyoruz, speaking dersiyse surekli konusuyoruz ve grup calismalarina agirlik veriyoruz. ister ders saatinde isterse de ders sonrasinda ikili gruplar halinde odevler yapiyoruz. bu anlamda okul egitim sistemini gercekten ispatlamis.
kampus fazla buyuk sayilmaz. isin ilginc yani okulda yalnizca kiz ogrenciler var. kadinlarin gelisimini kendine hedef secmis. ayrica okulun guclu bir dini tarafi var ki sagda solda rahipler ve rahibeler goruyorsunuz. katolik inancini mumkun mertebe yasayamaya ve yasatmaya calisiyorlar. onumuzdeki hafta easter var ve okul uc gun boyunca tatil olacak. dini inanclar konusunda oldukca hassaslar. hatta size ilginc bir sey anlatacagim. gectigimiz hafta okuldaki bir grup suudi ogrenci bana gelerek sister mary bizimle mescid konusunu gorusecek dedi. kadin bizi cagirdi ve aynen sunlari soyledi. bildigim kadariyla sizler gunde bes vakit namaz kiliyorsunuz, bu yuzden sizlere ibadet edebileceginiz bir oda ayarlayacagiz. ayrica odanin yan tarafindaki lavabolari da abdest almak icin kullanabilirsiniz. bu sozler karsisinda ne kadar sasirdigimi tahmin edebilirsiniz. zira geleli yalnizca bir ay oluyor ve her sey gibi bu meseleyi de ister istemez tr'deki uygulamalarla kiyasliyorum. inanc ozgurlugu sanirim bu olsa gerek. ayrica bizi okulun dini inanclar temsilcileriyle tanistirdi. bu grupta farkli mezheplerden hristiyanlar, muslumanlar ve yahudiler var. belli araliklara bir araya gelerek toplantilar duzenliyorlar. tek amaclari birbirlerini daha iyi anlamak. hatta belli zamanlarda her bir inanc sisteminin ibadet yerine giderek nasil ibadet ettiklerini yerinde izliyorlar. bazen bir camiye bazen de bir sinagog'a gidiyorlar. onumuzdeki pazartesi aksami yahudilerin ozel bir kutlamasi var. yemekli olacak ve dualar edilecek. ben de davetliyim. her ne kadar suudi arkadaslar bu tip etkinlikleri faydasiz olarak telakki etseler de ben yararli olacagi inancindayim. ayrica bundan sonraki toplantilarina da katilmami istediler. ben de buyuk keyif alacagimi soyledim. bu izlenimlerimi de sizlerle paylasirim insallah.

her sey farkli

evet, su amerikada bildiginiz her sey farkli. o yuzden gecenlerde amerikan kulturu dersinde ders hocasina "burasi bir ulkde degil, bir kita da degil, burasi apayri bir dunya oyle ki bildigimiz dunyadan da farkli bir uzayda yasayan bir dunya" dedim. nasil olmasin. bir kere her sey cok buyuk. insanlar evler arabalar yollar supermarketler. insanlar hicbir seyi tane ile almiyor. ya duzineyle ya da daha buyuk miktarlarda aliyor. olcu sistemleri tumuyle farkli. sanki sirf farkli olsun diye de farklilar olmasi insani cileden cikartiyor. ornegin km. yerine mil. metre yerine feet cm yerine inch, kg. yerine lb., litre yerine galon kullaniliyor. bunlara ilaveten elbise. ayakkabi olculer zaten tumden farkli. sicakliklar hala fahrenheit ile olculuyor. geldigimden beri ne en yuksek sicakligi ne de en alcak sicakligi anlayabilmis degilim. arabalar otomatik vites, tarihler ters vs. vs. vs. bu yuzden israrlar soyluyorum burasi apayri bir dunya...

kutlu dogum haftasi

malum icinde bulundugumuz ay artik kutlu dogum ayi olarak aniliyor. onumuzdeki haftalarda amerikanin bir cok eyaletinde kutlu dogum etkinlikleri duzenlenecek. bizler de nasip olursa ayin 15inde virginia'a da olucaz ve kutlu dogum munasabetiyle duzenlenen gecede kurani kerim ile ruhlarimizi dinlendirip mustafa demirci ve dursun ali erzincaliyi dinleyecegiz.
bu mubarek gunlerin heyecaniyla boyle bir etkinligi cevremdeki insanlarla paylasmak istedim. okuldaki suudi arkadaslara kutlu dogumu bildiklerini farz ederk programdan soz ettim. birdenbire hic beklemedigim bir tepki ile karsilastim. bana boyle bir programa kesinlikle katilmamami soylediler. nedenini sordugumda bunun bid'a oldugunu ve peygamber efendimizin bu tur kutlamalara karsi ciktigini soyledi. hatta bu konuya dair bir de hadisi serif siralayiverdi. sok ustune sok yasamistim. peygamber efendimizi anmanin, onun yeryuzunu aydinlattigi bir gunu kutlamanin ne gibi bir sakincasi olabilirdi ki. tabii tum bunlari aklimdan gecirirken mevlid'in ve kutlu dogum'un yalnizca bize ait bir kultur oldugunu unutuvermistim.

amerika dedikleri

( nahnu.org icin kaleme alinmistir )

amerikada son gunlerde bi garip, acayip zaman zaman icimi titreten hadiseler basimdan geciyor. oyle kolay degil ya memleketten binlerce mil ( bakiniz mil dedim km demedim ) otede insan neyi nasil yapacagini cogu kez bilememenin yaninda bir de alisageldigi seyleri ozluyor ya cok kisa sureligine de olsa. bir kere yemekleri dusunecek olursak henuz patatesli yumurta zenginliginde sabah kahvaltilarina baslayamamasi olmanin ezikligiyle okula variyorsun. ardindan 3 saatlik non-stop (yahu ben buna nasil dayaniyorum ) ders eziyetinin ardindan oglen yemegi yiyebilmek icin kafetaryanin yolunu tutuyorsun. sunu mu yesem bunu me yesem acaba onun icinde ne var karmasasindan kurtulsan bile nerde yahu bizim lahmacunumuz donerimiz geyiklerine girmek bile istemiyorsun. bazen icinden hic bir sey yemek bile gelmiyor.
derken aksam oluyor belki evde belki baska bir eyallette bir de bakiyorsun gun bitiyor. gun geliyor ulker biskuvileri satan bir rus marketinde cocuklar gibi seviniyor, gun geliyor mp3 playera kaydettigin memleket kokan pop ezgileriyle dalip gidiyorsun. uyandiginda onunde duran kocaman bir roman hemide ingilizce, ay sonuna kadar bitmesi lazim, sirf yasadigimiz topluma yabanci kalmayalim diye okumak icin yirtindigim the baltimore sun gazetesi ve bir tabak popcorn.
hadi amerika bizi kulturel soka ugratmadi diyelim. hic mi hasret yok hic mi gonlunden gecmiyor bir avrupa ulkesinde yasamanin dayanilmaz hafifligi. ama yok iste oyle ucuza kofte. burasi amerika. ya sev ya terket degil sadece yasamak icin...

amerikada araba sahibi olmak ya da ehliyet almak

geleli bir aydan fazla oldu simdiye kadar yok subway di yok otobustu derken transportation sorunumuzu bir nebze dindirmeye calistik. ama burasi oyle garip bir memleket ki araban olmadan yasamak sanki insanogluna has bir yasam tarzi degilmis gibi. bazen oyle komik seyler oluyor ki ornegin metroya adam arabasiyla gidiyor. sabah arabasini metroya park ediyor aksam geldiginde ayni yerden alip evine gidiyor. bir baska komedi de ehliyet alma merasiminde. araba kullanmak icin ehliyetin olmasi lazim. araba almak icin de ehliyetin olursa ( eyalet tarafindan verilen ) sigorta masraflari asagiya iniyor. ben istiyorum ki ehliyetimi alayim sonra araba alayim. dun mva denilen motor vehicle administration a telefon actim. kadina dedim ki ehliyet almak istiyorum. o da bana su adrese gelmeniz lazim dedim. subway e yakin misiniz diye sordum once anlamadi metro istasyonundan yuruyerek gelebilir miyim dedim kadin guldu. sinava kendi arabanizla geleceksiniz demez mi. al iste. buyur burdan yak. iki ucu ...lu degnek.
gecenlerde burger king'ten balik alicaz. arabadayiz tabi yolda gidiyoruz. ben bekliyorum arabayi park edicez dukkana girecez siparislerimiz alip yolumuza devam edicez. ha ha. driver thru diye bisey var. arabani dukkanin arkasina dolastiriyorsun mikrofon yardimiyla siparisini verip arka tarafa dolaniyor siparisi alip parayi odeyip yoluna devam ediyorsun.
daha ogrenecegim cok sey var...

nihayet bir telefon sahibi olduk

kardesim geldim geleli ne bir yeri arayabilirsin ne disari cikabilirsin ne de islerini halledebilirsin. neden mi cunku telefonun yok. amerikada telefon almak hem zor hem de kolay. burada bizim bildigimiz hatli telefonlardan alabailmek icin credit history denen gecmisinin temiz olmasi ve en az bir yillik kontrat yapman ya da 500-1000 dolar arasi depozit odemen gerekiyor. bu benim gibi amerikaya daha yeni dusmus biri icin imkanli degil. diger yontem ise pre-paid denen on odemeli bizdeki hazir kart benzeri telefonlar. bunlardan almak icin ya ilk basta cok para vermen ve sacma sapan bir gsm sirketine abone olman ya da banka karti sahibi olup cingular ya da t-mobile gibi lider gsm operatorlerine abone olman gerekiyor. ben bu sonuncu yolu tercih ettim ve banka kartimin gelmesi icin yaklasik uc hafta bekledim. sonunda telefonuma kavustum ama asil bundan sonrasi daha zor. cunku pre-paid denen on odemeli sistemde mutlaka aylik sabit bir ucret odemen gerekiyor. ben 50 dolarlik 400 dakika konusma secenegi veren plana abone oldum. eger dakikalar ay icinde bitmezse bir sonraki aya devrediyormus ( emin degilim bekleyip gorucez ) ama 50 dolar mutlaka hesabindan cekiliyor. isin kotu yani: sen aradiginda ya da baskasi seni aradiginda her iki durumda da kontorun dusuyor. isin guzel yani aksamlari dokuzdan sonra ve hafta sonlari kimi ararsan ara ucretsiz.

baltimore...

evet hayli uzun zaman oldu yazmayali. hani anlatacak bir sey olmadigindan degil. burasi amerika. evde otursaniz bile anlatacak bir seyler buluyorsunuz. gecen haftadan beri yeni bir heyecan sardi beni. evet, sonunda ben de su fani dunyada bir otomobil sahibi oldum. pazartesi gununden beri gunde yaklasik 40 mil yol katederek acemiligimi uzerimden atmaya calisiyorum. simdi araba mevzuuna girmeden once daha once de bahsetmek istedigim ancak bir turlu firsat bulamadigim konuya girmek istiyorum. baltimore sehrinden kisaca soz edecegim ardindan da burada yasayan zencilerden. baltimore zenci nufusun yogun olarak yasadigi bir bolge. zencilere ilk ozgurluk verilen sehirlerden biri olmasi nedeniyle guneyden ve diger eyaletlerden vakti zamaninda cok zenci gelmis buralara. trenlerle ozgurluk olmayan eyaletlerden zenci tasimislar binlerce. simdilerde nufusun yarisini zenciler olusturuyor diyebiliriz. downtown denilen sehir merkezinde ve merkeze yakin yerlerde beyaz nufus gorulurken sehrin dislarina dogru ozellikle belli bolgeler varki beyaz insanlara rastlamaniz mumkun bile degil. iste bu yuzden geldigimden beri bir berber bulup da gidemedim. oturdugum yer zenci nufusun yogun oldugu yerlerden beri. komsularimiz gecenin 12sine 1ine kadar son ses muzik dinliyorlar Allah razi olsun.
baltimore bir liman sehri. nufusu 600.000 civarinda. maryland eyaletine bagli. eyaletin baskenti annapolis olmasina karsin baltimore ulke capinda daha ziyade taninan bir sehir. simdi yeri gelmisken city, county, state, town kavramlarina da deginelim. oncelikle burada en buyuk yerlesim birimi eyalet olarak adlandiriliyor. amerikanin genelini bir ulke olarak degil de kita olarak dusunurseniz kavramaniz daha kolay olur. maryland bu kitada bir ulke gibi. baltimore county ise bu ulkenin illerinden biri. baltimore city de bu ilin merkez ilcesi. tipki eskisehir ili ve eskisehir merkez gibi. town ise bu ilceye yakin veya uzak olan ama county sinirlari icerisinde yer alan kasabalar. bu sekilde karsilastirma yaptiginiz zaman anca turkiye ile bagdastirabiliyorsunuz. baltimore tarihi yapisi ve deniz kenarinda olmasiyla yerli turistler icin cazibe merkezi olarak dusunulebilir. ozellikle de sehir merkezindeki tarihi kiliseler, binalardaki tek tip kiremit rengi doku sehrin farkli bir havasi oldugunu size hissetiriyor. ayrica baltimore'da dunyanin sayili akvaryumlarindan biri National Aquarium ve maryland hayvanat bahcesi bulunmakta. sehir merkezinde sokaklar temiz ve bakimli iken kenar mahallelere dogru gidildikce yerlerde cop birikintilerine rastlamaniz mumkun.

amerikali misiniz?

amerikada yasamak beraberinde amerikan toplumunu da anlama zorunlulugunu doguruyor. amerikan toplumunu anlamak icin de hic haz almiyor da olsaniz restaurantlarina cafelerine girecek, beyzbol maclarini izleyecek, semfoni orkestrasinda dunyanin en sansli milleti olmanin ovuncunu duyacaksiniz. bir de alabildigine kayitsiz kalacaksiniz dunyanin geri kalaninda olup bitenlere. yeryuzunde en kaliteli otomobillere en dusuk fiyatlarla sahip olup 4 litre benzini 3 dolarin altinda odemeye alistiginizde birdenbire yukselen benzin fiyatlari karsisinda irak savasini da unutacak cebinize giren dolarlarin azligindan dem vuracaksiniz. turkiyenin kat kat otesinde insani cileden cikaran burakrasinizle ovunc duyacak, mahkeme koridorlarinda ipe sapa gelmeyecek konularla israf ettiginiz zamana acimayacak, escinsellerin haklarini korumak adina toplumun temeli olan aile kavramini hice sayacaksiniz. 24 saat sicak suyu olan yerleri haliyla kapli ama ayakkabilarinizla dolasmaktan keyif aldiginiz yazin serin kisin da sicacik evlerinizde otururken elbette ki ukraynada olen cocuklari anlayamayacaksiniz. 200 yillik gecmisinize tarih deyip, yerlerinden kovdugunuz kizilderilileri ve senelerce kole niyetine calistirdiginiz zencileri unutup tarihinizle iftihar edeceksiniz. o kadar cok yemek yiyeceksiniz ki, yurumeye mecaliniz kalmadigi icin evinizin dibindeki markete arabayla gidecek saatlerce park yerinden cikartip tekrar park etmek icin ugrasacaksiniz. herseyin kolayini ve pratigini tercih edeceksiniz. catal bicak yikamayacak onun yerine sozum ona geri donusumlu pet bardak ve malzemeler kullanacaksiniz. aksam yemeginde bugun annem ne yapmis demeyecek acaba pizza mi soylesek yoksa subwayden sandvic mi yesek diye cok kisa bir sureligine tereddut yasayacaksiniz. ve son olarak, elbette ki goerge bush u sevmeyeceksiniz. cunku tum dunyada amerikali deyince insanlarda nefret duygusu uyandiran tek insan o. evet eminim ki hic bir amerikali da nasil oluyorsa bush a oy vermedi ve bush gokten zenbille indi. sozun kisasi amerikada amerikali gibi davranacaksiniz. yoksa size burda yer yok...

sehirlerarasi otobus yolculugu

amerika gunleri devam ediyor, gecen hafta new jersey eyaletine bagli newark sehrine seyahat ettim. amerika'da bir eyaletten baska bir eyalete gitmek icin eger arabaniz yoksa otobus, tren ya da ucak tercihiniz olabilir. ama benden size tavsiye sakin ha otobusle gideyim demeyin. isterseniz ornek olay uzerinden giderek konuyu izah edelim. baltimore'da yasiyorsunuz ve newark a gitmek istiyorsunuz. oncelikle ilk yapmaniz gereken otobuslerin nereden kalktigini bulmak olacaktir. baltimore travel plaza denen terminal desen terminal degil, ne idugu belirsiz bir merkeze gidiyorsunuz. gideceginiz gunun biletini aliyorsunuz. malum bu plaza denen yere ne otobus ugruyor ne baska bir sey, dolayisiyla ya sizi birinin birakmasi ya da arabanizi buraya park edip doneceginiz zamana kadar Allaha emanet etmeniz gerekiyor. ben ikinci sikki tercih ettim. bir gunluk park bedeli olan 15 dolari da odedikten sonra yolculugunuza basliyorsunuz. sakin ha oyle konforlu O403 otobusleri beklemeyin. buradaki otobus yolculuklari yolculuklarin en kotusu. sehirlerarasi dolmus gibi bir sey hatta daha beter. yalnizca sofor var. otobuse bindiginizde otobuste cep telefonunuzun sesini kismanizi soyleyen, yolculugunuzun falanca saat surecegini, falanca yerlerde duracaginizi hatirlatan bir anons. zaten baska gorevli de olmadigi icin size dusen yolculuk boyunca ya uyumak ya da muzik dinleyerek yaninizdaki sahsin sizinle ilgilenmesini engellemek oluyor. velhasil highwaylerde gecen hizli bir yolculugun ardindan gideceginiz yere variyorsunuz. buraya kadar tamam gibi. peki ya donus biletinizi almadiysaniz ve internetten cikti alarak hareket saatine yarim saat kala otobuse yetistiginizi zannettiyseniz hic kusura bakmayin ortada kalirsiniz. internetten print ettigim otobus biletimi ( dikkat koltuk numarasi yok ) otobuste yer olmadigi icin bana geri iade etmeye calisan gise gorevlisini vurur musunuz oldurur musunuz? Allaha sukur ki yarim saat sonra kalkan gunun son otobusu ile geri donme sansi bulup evinizin yolunu tutarken bir daha mi? tovbe! diyerek otobus firmasina da ( greyhound ) lanetler yagdirirsiniz.
aman ha siz siz olun, otobuse filan bineyim demeyin.

günlük notlar 2

turkiyede yana yakila ingilizce altyazili seinfeld izleyebilmenin yollarini ararken Baltimore 24'da her gun iki bolum birden izlemenin keyfini yasiyorum.
radyoyu acip yabanci muzik yayini yapan frekansi aramak gibi bir derdim yok, butun frekanslar bana calisiyor.
25 dolara bir depo benzin alip, 250 mile yol katetmenin turkiye'de araba kullanmakla hic de esdeger olmayacagini dusunuyorum.
kitap okuyamiyorum, onumuzdeki haftaya kadar bitirmek zorunda oldugum Accidental Tourist adli roman da hic sarmadi dogrusu.
Turkiye'de yakinda gosterime girecek dizi filmleri simdiden izlemek de hic heyecan verici degil.
cbs televizyonuna bir protesto metni hazirlamayi dusunuyorum. tabii arkamda yeterli kamu oyu destegini bulursam. ncis dizisinde bir turk kaptanini teroristlere yardim ve yataklikla sucladilar, zaten ayda yilda bir turkiyeden haber cikiyor o da olumsuz cikinca turkiyenin imajini varin siz dusunun.
american culture hocamiz turkiyeyi ziyaret etmis ve cok begenmis. hali hazirda orhan pamuk'un kitabini okuyor ve mayis ayinda maryland film festivali dahilinde gosterime girecek fatih akin'in "duvara karsi" isimli filmini merakla bekliyor. orhan pamuk hakkinda fikrimi sordugunda "kafasi karisik bir adam" dedim, zaten turkiye'de pek sevilmiyor degil mi diye karsilik verdi.
market alisverislerinde tukettigimiz gidalara dikkat ederken, yahudiler icin ozel paketlenmis ve uzerinde U harfi olan yani kosher ( bir nevi yahudiler icin helal ) anlamina gelen markalari secmeye ozen gosteriyorum. peynirinden sutune kurabiyesinden sivi yagina kadar butun urunlerde bu simgeyi bulmak mumkun.
jack johnson dinliyorum bu aralar, meshur Sitting, Waiting, Wishing sarkisiyla gonullerimizde taht kurmustu, Upside Down ile icimizi kipir kipir etmeye devam ediyor.
Baska... amerika iste ya. yasayip gisiyoruz.

günlük notlar...

Bir aya yakin bir suredir entry giremedim. Muhtelif sebepleri olmakla beraber, bir ic sikintisi ve kabz hali de dahil edilebilir. Velhasil, amerikada hayat kaldigi yerden tum acimasizligiyla devam ediyor. Ne yazik ki, her gun ve her saati kaleme almak mumkun olmuyor. Isterim ki gunluk hayatta karsilastigim olaylar ve gozlemlerimin yaninda hislerimi de kaleme dokeyim ama ne mumkun. Fakat yine de hizla akip giden zamana yenilmeden tarihe not dusmeye hususan da amerika denen mechulu siz okyanus otesindeki guzel insanlara bir nebze daha tanitmaya gayret edecegim.

Evvela, gectigimiz haftaya kadar ikamet ettigimiz Baltimore sehrinden ayrilmis bulunuyorum efendim. Her ne kadar maddeten ayrilmis da olsak gonlumuz hala o taraflardadir, boyle biline.

Baltimore da yasadiklarim ve hayatimda kisa surede cok onemli bir yer edinebilmeyi basaran koreli dostlarimla bir gun bir yerde yeniden diyerek vedalastiktan sonra, yepyeni bir eyalette yepyeni maceralara ve dostluklara kucak acmanin heyecanini yasamak isterdim demek istiyorum cunku hala ani degisikliklere ve belirsizliklere zihnimi hazirlayamamis olmanin izdirabini yasamaya devam ediyorum.

Kisaca bunlara deginip ese dosta bir selam durduktan amerikada gorduklerimi kagida dokmeye devam etmek istiyorum.

Oncelikle Baltimore’da gordugum farkli bir uygulamaya deginmek istiyorum. Sleepless in Seattle filmi –belki biliyorsunuzdur- bir bolumunde baltimore’da geciyor. Sahnenin gectigi yer liman kenarinda bir yer ve Fells Point olarak biliniyor. Bu bolge ozellikle universite genclerinin ragbet ettigi benim de zaman zaman city life ya da deniz ozlemi duydugum anlarda kendimi attigim yerlerden biridir. Bu bolgenin bir ozelligi limanda yere doseli olan tuglalarin uzerinde isimler goruyorsunuz. Once bu isimler savas gazilerine mi ait diye dusunuyor insan ama sonrasinda 2002 yilina ait isimler de gorunce sormadan edemiyor. Ogreniyoruz ki,belediye bu bolgeyi insa ederken insanlara duyuru yaparak 50 dolar karsiliginda isminizin sonsuza kadar yasamasini istemez misiniz diye soruyor ve basvuranlarin katkilariyla hem bu bolgeyi guzellestirmis oluyor hem de insanlara farkli bir hizmet sunmus oluyor. Bu olayi bir de resimlendirdigimde umarim daha iyi anlayacaksiniz.

amerikan kutuphaneleri

baltimore'dan ayrilmadan once en son tecrubem bir kutuphaneye uye olmak olmustu. ne kadar buyuk bir hazineyi bu kadar gec fark etmis olmanin pismanligiyla birlikte amerika denen ulke/kita'dan fersah fersah geride oldugumuzu da bir kez daha idrak etmis oldum. kisaca size kutuphaneden soz etmek istiyorum. Baltimore Downtown'da merkez binasi bulunan Enoch Pratt Library uc katli devasa bir binadan mutesekkil. oncelikle bilmeniz gereken bir sey var ki, kutuphaneden yararlanmak tamamen ucretsiz. simdi sirasiyla kutuphane icinde neler var bir goz atalim. ilk kat, yani zemin kati daha ziyade yonlendirme ve bilgilendirme yapan asistanlarla dolu. bu kisiler sizin aradiginiz bilgiye en kisa surede ulasmaniz icin buradalar. soru sormanizdan naska istedikleri bir sey yok. hatta diyelim ki yolunuzu kaybettiniz veya kutuphaneyle alakasiz baska bir bilgiye ihtiyac duydunuz hic problem degil. gidin ve sorun. amerikanin baska bir yerinde daha size bu denli yardimci olabilecek baska kimse bulamazsiniz. kutuphanein ilk katinda goze carpan internet erisimi ve cikti alabileceginiz bilgisayarlar oluyor. yarim saatlik ucretsiz kullanim hakkiniz var, eger yarim saat biterse etrafta kimse yoksa yeniden log-in olabilirsiniz. zemin katin bir diger guzel tarafi dvd kutuphanesi. belki de turkiyedeki kutuphanelerden en belirgin olarak bu ozelligiyle ayriliyor buradaki kutuphaneler. istediginiz dvd'yi bir haftaya kadar ucretsiz odunc alabiliyorsunuz. ilk katta dikkkat ceken diger bir bolum de cizgi roman-fiction departmani. bu bolumde guncel cizgi romanlara ve fiction kitaplarina ulasabilirsiniz. birinci katta bir de african-american museum bulunuyor. malumunuz baltimore ve maryland zencilerin nufusca yogun yasadigi bir bolge. bir de belki de zihnimde en cok yer edinen kisim da gazete arsivlerinin yer aldigi bolum. bu bolum oldukca kucuk ama islevsel. bizdeki gibi sayfalarca ve ciltlerce gazeteler arsivlenmiyor. mel gibson'in oynadigi forever young filmini izleyenler hatirlayacaktir. her gazetenin bir mikrocipi cekiliyor. bu filmler dijital ortamda internet sayfasi ya da tarayicida taranmis gibi hem search edilebiliyor hem de istediginiz tum sayfalarini okunabiliyor. ikinci katta haftalik olarak toplantilarin yapildigi duyurularin asildigi ilan panosu, toplu film gosterimi ve ardindan film hakkinda discussion yapilan bir salon mevcut. ayrica duvarlarda yerel ressamlarin kutuphaneye bagislanan son derece asil tablolari arz-i endam ediyor. ucuncu kat, daha ziyade kitaplarin yer aldigi bir kat olarak hizmet veriyor.
amerikadan bir kutuphane izlenimi sunmaya calistim. umarim ufuk acici olmustur.

New York notları...

Ayirt etmek guc oldu egri ile dogruyu;
Sevmek bize is oldu Newyork Sokaklarinda...

ne guzel sarkidir bilirsiniz, bir gun gelir de bu sokaklarda yuruyup bu sarkiyi soyler miyim diye dusunmezdim bile. oysa dunyanin hali iste gun geldi bize de nasip oldu. Evet, amerikaya geleli uc aydan fazla oldu ve nihayet gecen hafta NewYork denen dunyanin en kalabalik ve olaganustu sehrine ayak bastim. hatta ayak basmakla da kalmadim, araba kullandim kendime bile sastim. NewJersey istikametinden gelirken kullandigim kopru beni once Queens tarafina cikardi. hep merak ederim zaten Queens bulvarini ve o civarda hayatin nasil oldugunu. Ardindan Manhattan'a gectik. acikcasi tum bu hizli akan trafik boyunca nereden nasil ciktim nereye girdim pek fazla hatirlayamiyorum. arkadaslarla dedik ki boyle arabanin icinde NewYork gezilmez, biraz cikalim dolasalim. cektik arabayi CBS binasinin onune. bir saatlik park ucretini odedikten sonra basladik Manhattan sokaklarinda turlamaya. boyle anlarda da insanin aklina bir sey gelmiyor ki kardesim. insan bi Empire State binasina cikar ne bileyim ozgurluk anitini falan gormeye gider. yok, biz kalktik su meshur Central Park'a girdik. hani sirf meshur oldugundan yoksa park mi gormedik hayatimizda. zaten bes dakka ya surdu ya surmedi parktan ayrildik. sonra, sokak ressamlarini, koskoca newyork sokaklarinda cirit atan faytonlari ve mis gibi (!) kokan atlari yakindan musahede ettik. abi kesin bi Turk cikacak karsimiza sartlanmisligiyla iki Turke rastladik. Sony, IBM, Apple, Trump binalari arasinda saklambac oynadik. Misirli musluman kardeslerimizin helal olduguna dair israrlarina dayanamayarak pilav ustu doner benzeri Gyro denen bir fast-food turunu denedik ve inanin bir saat kadar kisa suren bu gezintinin her anini buyuk bir heyecan ve saskinlikla gecirdik. Brooklyn taraflarinda ise Okyanusun insana huzur veren manzarasinda ufka daldik kisa sure de olsa. Cift kapli koprulerin turkiyeye en az bir elli sene icinde ugramayacaginin bilinciyle ne kadar sansli oldugumuzu dusunduk. Bu gezi sayilmaz dedik evin yolunu tuttuk ve en kisa zamanda adam gibi gezmek sozunu verdik. Ne diyelim, Allah bir gun sizlere de nasip etsin...

hizli olmak uzerine

az once grammer sinavindan ciktim. muhtemelen sinifin buyuk bir cogunlugu icin bir saat kadar surecek sinavi on dakika icinde bitirdim. hoca bana donup, emin misin diye sordu. eminim dedim. "Are you sure hundred percent?" diye yineledi. " Of course" dedim. bilmiyor ki ben hep boyleyim.
bu benim eskiden kalma bir aliskanligim diye arabesk bir giris yapip cocuklugum, gencligim ve gelecegim uzerine hizli bir yazi yazmak istiyorum. cok iyi hatirliyorum. ilkokul gunlerinde ogretmenim beni hep annemlere sikayet ederdi. "Akilli cocuk ama bir de sinavlarda aceleci olmasa" diye. o zamanlar ne hikmetse girdigim sinavlari bir an once bitirmek icin elimden geleni ardima koymazdim. Cogunlukla da sorulari gozden gecirmeden sinavi verir cikardim. Tabii bir suru de hata olurdu sonradan bin pisman olacagim.
Aradan yillar gecti, universite sinavi geldi catti. O zamanlar OYS var sinav iki asamali. Birincisinde zaten yeteri kadar bunalmisken ikinci bir 3.5 saati nasil cekerim endiseleriyle sinava girdim ve son yarim saat kivrana kivrana nasil olsa yapacagimi yaptim diyerek oylesine oyalanmayla gecti. Bir yerde kader kismet diyecem tabi ama 2002 yili Ekim ayi TOEFL sinavinin writing kismini da 15 dakika erken bitirmem gelenegin devam ettiginin en bariz gostergesiydi.
Soyluyorum iste, sikintiya gelemiyorum. hayatimin bir aninda herhangi bir sureci bitirmek uzereysem onun uzerinde oyalanmak istemiyorum. Bir anca diger faza gecmek istiyorum ama hayat bunu cogu zaman kaldirmiyor. tipki icinde oldugum su zaman dilimi gibi.
Amerika'yi soran arkadaslara kimi zaman hayatin burada sikici olabilecegini soyluyorum. Henuz geleli neredeyse bes ay oldu ama bazi buyuklerimin soylediklerine bakilirsa da Amerika'ya hizli bir giris yapmisim. Oysa ben bu dort aylik zaman zarfinda yalnizca bekledim. hayatimin geri kalan donemlerini hatirima getirdigimde gereksiz ve can sikici bir bekleme diye adlandiriyorum ben bunu.
Sozun kisasi, bir gunun ikinci bir gune yetismedigi bir memlekette bakalim hizli olmak ne kadar isimize yarayacak?

New Jersey, geyikler ve sicak yaz gunleri

Yaklasik iki ay oldu maryland'dan new jersey'e goceli. henuz kaydini degistirmedigim arabamla ve ehliyetimle maryland'li gibi davransam da artik yavas yavas buralara alismanin zamani geldi diye dusunuyorum.
New Jersey adi uzerinde Garden State yani bahce eyaleti. Jersey City disinda metrosu olan bir yerlesim yeri yok. zaten city diye anilan yerlesim merkezleri de 30-40 bin nufuslu yerler, bizdeki ilce benzeri ( misal New Brunswick ).
Evlerin cogu tek haneli. apartman diye bir sey neredeyse yok. yalnizca toplu yasanilan siteler var genelde ogrencilerin tuttugu ya da universite gorevlilerinin calistigi. her yer bag bahce at ciftligi. boyle bir yerde de ulasim sorunu olmasi dogal oluyor. ozellikle de South Jersey denilen bolge neredeyse tarlalarla kapli.
Turklerin nufusca en yogun yasadigi eyalet olmasiyla birlikte nufusun da en yogun oldugu vergilerin de buna bagli olarak yuksek oldugu bir eyalet New Jersey. Kuzey New Jersey`de Paterson sehrinde turk marketleri turk berberleri ve sokaklarda Turk insani bulmak mumkun. Bir grup da Arap nufusun yasadigi bu bolge nedense bana her seferinde cok kirli bir mahalle olarak geliyor. Bu boilge New Yorka yakin oldugu icin gunu birlik hatta yarim saatte bir bizim dolmuslara benzeyen seferler duzenlemisler. Turkiyeyi aratmiyor desek hata etmis olmayiz heralde.
New Jersey de bu kadar tarla ve bahcenin yaninda hayvanlarin varligi da bize oldukca enteresan geliyor. resimde goruldugu uzere, Geyik cikabilir yazisinin hemen ardindan geyik suruleri, sincaplar, sansarlar ve kostebekler arasinda dogal hayat bizleri karsiliyor.
hayat ilk etapta cok sikici geldi bana New Jersey`de. belki emeklilik sonrasi ev tutulup yasanabilecek tarzda bir yer.
Simdilik bir okyanus maceramiz olmadigi icin de okyanusta yuzme tecrubesini sizlerle paylasamiyorum. su siralar havalar oyle bir sicak ki 85-90 fahrenheit arasinda gidip geliyor. Hos, amerikada her yer air/condition oldugu icin belki de insanlar Turkiye gibi bir yerde yasasalar olecekler sicaktan. Arkadaslarin dedigini soyluyorum Adana benzeri nemli bir hava varmis burada. Nasil olmasinki hem okyanusa yakin, hem civarda nehir var. Kuzey Amerika olmasi itibariyle sozde ulkenin en serin bolgelerinden birinde yasiyoruz. Teksasta ya da Florida yasayanlari dusunemiyorum.

bes aya dair kisa bir degerlendirme

17 Ağustos 2006

Amerikaya dair gozlemlerimi paylasmaya devam ediyorum, geleli bes ay olmus ve neler yapmisim soyle bir bakalim:
Birinci ay banka hesabi acmisim ve okula otobus-metro eziyetiyle okula gitmisim:
Amerikaya geldigim ilk gunlerde su nasil yapilir bu nasil yapilir sorularimin cevabini cogunlukla bulamadigimdan biraz gerildigimi hatirliyorum. Her normal hayata adapte olma girisimimde yapamazsin edemezsin iddialariyla moralimi bozmanin yaninda biraz da kendi kendime bir seyler yapma zorunlulugunda oldugumu ogrendim. F-1 statusunde banka hesabi acabilecegimi ogrendim, hatta Bank Of America’dan ogrenci hesabi actirdigimda aylik kesintilerin de olmayacagini soylediler.
Okula gitmek icin araba disinda baska bir alternatifin olmadigini zanneden pek coklarina ragmen –biraz uzun surse de- Baltimore gibi buyuk bir sehirde pek cok yere metro, otobus ve hafif rayli system ile gidebilecegini ogrenmis oldum. Bu yolculuk takriben bir ay kadar surdu ta ki hayatimda ilk defa araba kullanana kadar.
Ikinci ay araba alisim:
Buyuklerin tavsiyesine uyarak amerikada yaptigim en mantikli hareket sanirim erken davranip araba almak oldu. Ilk basta sigorta yaptirmakta sorunlar yasasak da virginiada yasayan bir turk acenta sayesinde turk ehliyetimle sigorta yaptirabilecegimi ogrenmis oldum. Ayrica turkiyede 1998 senesinde sirf bir gun lazim olur diye ehliyetimin burda hayatimi kurtaracagini hic tahmin edemezdim. Simdi amerikaya gelmeyi dusunenlere ilk hatirlattigim sey ehliyetleri olup olmadiklari. Arabayi almistik, sirada ehliyet almak vardi. Uc hafta suren mucadelelerim sonucu Maryland ehliyetini almam ve akabinde interstate yola cikip new jersey yollarini tutmak bir oldu.

Ikinci ay cep telefonu almisim,
Credit history denen kredi gecmisim olmadigi icin cep telefonu alamayacagimi iddia eden pek coklarinin aksine, bankadan zamaninda actirmis oldugum banka hesabim ve debit card ( atm karti ) sayesinde cingularin go plan adi verilen paketine uye olarak cep telefonu sahibi de oldum. Hos, 400 dakikayi 50 dolara konusmak basta cazip degil gibi gorunse de bugune kadar 400 dakikayi dolduramadigim da bir gercek.

Araba kullanma tecrubeleri: amerikada araba kullanmak kolay deseler de hic bilmeyen icin ilk baslarda highway de kullanmak hic de kolay bir sey degil. Bu yuzden tavsiyem baslarda sehir icinde hatta mahalle aralarinda biraz pratik yapmak, direksiyonun basina gecene kadar trafik kurallarina az cok ogrenmeye calismak ve mumkunse ilk gunlerde yaniniza ingilizce konusan birini oturtmamak. Cunku beyin turkce olarak trafige kilitlenmisken digger yandan ingilizce sorulan bir soruye cevap vermeye calismak tehlikeli olabiliyor.

Ilk ve son otobus yolculugum,
Bir eyaletten baska bir eyalete gitme zorluklarini otobus ve tren gibi alternatiflerle cozme girisimlerinin asla ve asla arabanin yerini tutamayacagini, amerikan toplumunun farkinda olmadan ne kadar otobomobile bagimli olduklarini ogrendim. Son zamanlarda benzin fiyatlarinin artmasi ile ( inanmasi zor ama bu ulkede bir zamanlar 3.5 litre benzinin fiyati 90 centmis) insanlarin arabasiz ne yapacaklarini kara kara dusunmeye basladiklari gunlere de tanik olduk.
Onceki yazilarimda bahsettigim icin burada yalnizca sakin ola zorda kalmadikca otobuse binmeyin diyerek kisa kesiyorum. Bu yolculugn ardindan ehliyet alma prosesini hizlandirdigim ve nihayetinde Maryland-delaware-new jersey eyaletler arasi yolculugumu bir arkadasin nezaretinde yaptigim gunlerde simdi gerilerde kaldi.

Ucuncu ay ilk new york seyahatim:
Amerikaya gelip de new york u gormeden olmazdi. Nasil olsa araba kullanmayi da ogrenmistik, kim tutardi bizi. Atladik uc kisi, direksiyonda ben dustuk new york yollarina. New yorka girisimizle kendimizi manhattan sokaklarinda taksilerin icinde dans eder vaziyette bulmamiz bir olmustu. Neyse ki, kazasiz belasiz geri donmeye basarmis, tarihe altin harflerle ikinci ayinda new york sokaklarinda araba kullandi diye ismimi yazdirmistim.

Ozetle,
Geleli tam bes ay oldu, amerikaya dair soylediklerim hala hafizamda. Bugune degin, sistemi ve hayat duzenini cozmeye calistim bundan sonar hayatin biraz daha duzenli oldugunu ve artik bu ulkede ayakta kalmayi becerip hali hazirda devam eden calismalarima odaklanma zamaninin geldigini hissediyorum. Bu da amerikaya asil gelis nedenimin nihayet gunluk hayatimda ilk siraya yerlesmeye basladigini ve beni giderek daha da heyecanlandirdiginin bir gostergesi olsa gerek.

Amerikada hiz cezasi almak

Uc aylik cicegi burnunda surucu olarak dun aksam saatlerinde ilk ticket ( ceza ) mi yemis bulunmaktayim. Arkadaslar arasinda yavas ( ben guvenli demeyi tercih ediyorum ) sofor olarak nam salmis biri olarak ceza yemek zoruma gitti acikcasi. Kisaca olayin nasil gelistigini anlatayim. Evin bulundugu sitenin onundeki cadde uzerinde hiz limiti 25 mph ( saatte 25 mil ) , ben 46 mph ile gitmisim farkinda olmadan. Farkinda degildim cunku sokaga girene kadar bu hizla gidiyordum ve amerikada 40-50 mile arasi hizla gitmek normal sayilabilir. Siteye girdigimde birden arkamda bir polis arabasi belirdi. Sirenlerini yakarak arkamdan geliyordu. Eger hemen arkanizda bir polis isiklarini yakmis geliyorsa saga cekmeniz gerekiyor. Ben isledigim sucun farkinda olmayarak bir sure daha ilerledim baktim hala pesimden gelmeye devam ediyor. Arabayi saga cektim, kafami camdan cikarmamla ve polisin uzerime parlak bir isik tutmasi bir oldu. Polis arabasindan cikti ve yanima geldi. Ehliyet, sigorta ve registration kartlarini sordu. Ardindan asiri hiz yaptigimi bir sure beklemem gerektigini soyledi. Ben, hizli gittigimin farkinda olmadigimi soyledim ve beklemeye basladim. On dakika kadar sitenin icinde etrafi sirenlerle aydinlatan bir polis arabasi arkamda cumle aleme seyirlik malzeme oldum. Hep yol kenarlarinda gordugum bu manzara artik benim de basima gelmisti ve amerikaya hos (!) gelmistim. Polis, bilgisayarda arastirmasini tamamlayip elinde bir kagitla geldi ki ceza yedigimi anlamistim. Mahkemeye gelmem gerektigini, saygili ve sorunsuz tavrimdan oturu cezamin az olabilecegini ama hiz limitinin oldukca uzerinde oldugum icin mahkemeye cikmam gerektigini soyledi. Bakalim. Mahkeme onumuzdeki carsamba gunu, umarim fazla ceza almadan atlatiriz. Amerikada ticket yemenin olumsuz tarafi cezalar ehliyetinize isleniyor ve sigorta bedeliniz yukseliyor. Umarim bu da bana ders olur ve bir daha asiri hiz yapmam.

amerika'da court'a cikmak...

Evet, gecen gun bahsettigim uzere bugun trafik cezami odemek icin court ( mahkemeye ) gittim. Simdi amerikada kucuk bir trafik davasi etrafinda tum bu mahkeme surecini anlatacagim.
Oncelikle giriste cezayi odeyip odemeyeceyimi sordular. Odersem mahkemeye girmeme gerek olmayacakmis. Ama ben polisin cezani indirebiliriz sozune itimaden mahkemeye cikmayi istedim.
Iceri girdigimde – municipal court oldugundan olsa gerek – kucucuk bir mahkeme gordum. Oyle ki, izleyicilere ayrilan bolum sadece uc siradan olusuyordu. Yargic ( judge ) gelmeden once prosecutor denilen savci “beni gormek isteyen varsa surda siraya girsin” ve biz de bir umutla siraya girivermis bulunduk. Gercekten de iceri girdigimde bana cezamda indirim yapacagini soyledi ve yapti. Ardindan hakim iceriye girdi ve girmesiyle birlikte “all rise” sesi esliginde hepimiz ayaga kalktik. Tam on dakika boyunca dunyanin en hizli konusan adami modunda ne dedigini bir turlu anlayamadigim bir konusma yapti. Beni cagirdiginda ayni konusma hizini surdurmeyi denedi ancak anlamadigimi soyleyince tane tane konustu ve savcinin verdigi indirimi Kabul edip etmedigimi sordu. Ben de ediyorum ancak ogrenciyim param yok nasil odeyecegim bu cezayi dedim. Bugun ne kadar verebilirsin diye sordu. 50 dolar dedim. Kalanini taksit yapabilir misiniz dedim. Bir seyler yapariz dedi. Aylik olarak 25 dolarlik odemelere bolduler. Ve, toplamda 139 dolar para cezasi ile ehliyetime islenecek 2 ceza puani aldim. Boylece, amerikadaki ilk ve umarim son trafik cezamizi almis, ilk mahkememize de cikmis olduk. Aman sizin basiniza gelmesin.

amerikada ticket canavari olmak

Arkadaslar demisti zaten, sen bi kere ticket yedin artik iflah olmazsin. Dun aksam uzeri trafigin oldukca yogun oldugu saatlerde eve dogru giderken ( zaten topu topu 4 mil yol gidiyoruz ) her zaman dondugum bir sokaktan donmemle polisi arkamda gormem bir oldu. Bu sefer ne yaptik dedim kendi kendime. Bu sefer polis ne yaptigimi neden yaptigimi bile konusmama firsat vermeden yanlis yerde sinyal verdigimi bahane edip ehliyetimi ve ruhsatimi istedi. Ehliyetimi alip arabasina gitmesi ve elinde trafik cezasiyla donmesi iki dakika ya surdu ya surmedi. Elime ticket I tutusturdugu gibi basti gitti. Ben elimde mahkeme kagidiyla kalakaldim. Eve gidip cezamin 85 dolar oldugunu ve arkadaslarla konusunca tamamen keyfi bir ceza oldugu sonucuna vardik. Bilmiyorum, mahkeme ayin 27sinde. Aklimdan mahkemeye cikmak geliyor ama yogun program icierisinde firsat bulur muyum bilmiyorum. Ama new jersey’de Maryland plakali arabayla dolastigim surece sanirim butun polisler icin cantada keklik olmaya devam edicem. Burdan amerikaya gelmeyi dusunenlere bir ikaz: new jersey’de yasamayi bir kez daha dusunun!

amerikada sac trasi olmak

amerikaya gelmeden once, bir arkadasim burada yasayan abisinden bahsederken, sac trasi 10 dolar oldugu ucun kendi saclarini kendinin kestiginden falan soz ediyordu. tabi bu bana oldukca garip gelmisti ilk duydugumda. 10 dolar da hayli pahali gorunmustu gozume.
amerikaya geleli bir ayi doldurmustum. e haliyle saclar da uzamisti ve sagda solda gordugum turklere sac trasini nasil olabilecegimi soruyordum. ben amerikali bir berber bulup tras olma niyetindeydim ama yine her konuda oldugu gibi bu konuda da bir yigin sehir efsanesi almis basini gitmisti. yok efendim amerikali berber sacini soyle kesermis, yok iste 30-40 dolardan az para odenmezmis. e yakinlarda da turk berberi olmayinca careyi dil okulundaki isvicreli cocuga sormakta bulmustum. iyi de yapmisim, bana bir alisveris magazasindaki berber dukkanini tarif etmisti ve bende gitmistim.
hair cuttery adli bir berber dukkanlari zincirinin bir subesiydi burasi. tum calisanlari bayan olmakla beraber her yastan ve her cinsten musteri gormek mumkundu iceride. 15 dolar arti bir kac dolarlik bahsis ile turk berberlere kiyaslandiginda oldukca kisa surecek kadar bir zamanda sac trasimizi olmus olmanin rahatligiyla dukkandan ayrilmistim. amerikada ayrica eksi usul bizim berber dukkanlarina benzer berber dukkanlari da var elbette, ama daha ziyade kucuk kasabalarda rastlarsiniz bu tur berberlere. ayrica, bir turk berbere rahatlikla " abi onler kalsin, enseyi de toplayiver" demenin dayanilmaz hafifligini yasamaksa niyetiniz elbette en yakininizdaki turk berberine gitmenizi siddetle tavsiye ederim.

Amerika Uclemesi

Amerikaya geleli 11 ay oldu, neredeyse bir yili doldurmak uzereyim. washington d.c. de dahil olmak uzere 7 eyalet, onlarca sehir ve yuzlerce de kasaba gorme imkani buldum. Sehir planlamasi, nufus dagilimi ve bir kac degisik acidan degerlendirdigimde bu yerlesim birimlerini uc kategoride degerlendirme ihtiyaci hissettim. Simdi sizlere sirasiyla -yalnizca gorduklerimi icine katarak- bu siniflandirmadan soz etmek istiyorum.
Ilk olarak, biraz da amerikada ilk ayak bastigim yer olmasi hasebiyle Baltimore ve benzeri sehirlerden soz etmek istiyorum. Baltimore bir kere adlandirma olarak sehir olarak geciyor. Amerikada sehir anlayisi da buyuk ve kucuk sehir olmak uzere ikiye ayriliyor. Downtown ( sehir merkezi ) olan, sehir merkezine dogru toplu tasima araclarinin yogunlastigi, yerine gore otobus, metro ve tramway olarak gecen bu tasima araclarinin her birinin farkli tipte yolculari var. Otobus daha ziyade alt gelir grubu ve ogrencilerin tercihi olurken, metro ise gunluk isine gidip gelen ama sehrin biraz disinda yasayan, trafik problemiyle stres yasamak istemeyen orta ve ust gelir grubuna hitap ediyor denilebilir. Baltimore ve Philadelphia gibi Amerika'nin eski yerlesim yerleri de sehir planlamasi yonunden kendi icinde farklilik arz edebiliyor. Ornegin sehir merkezinde hep isyerlerinin bulundugu yuksek katli gokdelenler size bir New York havasi estirse de sehrin orta kisimlarina gidildikce bir kirlilik, arka sokak diye tabir edilen tehlikeli sokaklar ve baskin bir siyah nufusu dikkat cekiyor. Enteresandir, bu mahallelerin hemen bir kac mil otesinde baslayan, tek haneli mustakil evlerin bulundugu yesillikler icerisindeki sokaklar da sehrin diger bir yuzunu gozler onune seriyor.
Sehir merkezinde ya da sehrin orta kisimlarinda yasayan orta gelir grubu insanlar ve ogrenciler, gerek toplu tasima araclari olsun, gerekse civardaki alisveris merkezlerinin bollugu yonunden olsun hayatlarina bu sekilde devam etmeye devam ediyorlar.

Ikinci tip soz etmeyi dusundugum yerlesim yerleri de kucuk sehirler. Bunlara New Jersey'deki New Brunswick, Camden, Paterson ornek olarak dusunulebilir. Genellikle main street diye bilinen bir ana caddesi olan, bu cadde uzerinde genelde insanlarin yuruyerek dolastigi, toplu tasima araclarinin bi rbuyuk sehir kadar olmasa da yine insanlar tarafindan tercih edildigi ve sehir merkezinde az da olsa yuksek katli binalarin yer aldigi yerlesim birimleri bunlar. Nufus olarak farkli dagilima sahip olabilmekteler. Ornegin New Brunswick, ogrenci yogun, sakin ve sokaklarinda dolasirken keyif alinabilecek guvenli bir yer. Paterson, Turk. Arap ve Hispanik gocmenlerin mesken tuttugu, belediyesinin ne is yaptigini henuz cozemedigim,her turlu alisveris ihtiyacinin meshur main street uzerinde bulundugu cok kulturlu bir sehir. Hatta, toplu tasima sistemi olarak belki de Amerika'da baska bir yerde rastlamayacaginiz bizim minibus diye tabir ettigimiz araclar da belli ki bu cesitliligin bir neticesi. Camden ise, Amerika'nin suc orani en yuksek siyah nufusun yogun olarak yasadigi, Benjamin Franklin koprusu ile Philadelphia'ya baglanan ve South Jersey'de boyle bir yerde mi varmis sorusunu insana sordurtan bir yer.

Ucuncu bolumde ise daha ziyade kasaba olarak adlandirilan, ama kendi icinde de bir kac farkli siniflandirmaya tabi tutulabilecek yerlesim birimlerinden soz etmek istiyorum. Highland Park, Merchantville gibi main street anlayisinin bir baska versiyonu olan kasabalar var mesela. Bu kasabalarda evler birbirine cok yakin ve mahalle bakkali, mahalle berberi diye bilinen bir ana caddeleri var. Sokaklarda yuruyen insanlarin, kosup eglenen cocuklarin aksam saatlerinde dolasmaya cikan bisikletlilerin insana yasama sevinci verdigi bu kucuk yerlerde insanlar nedense bana daha sicak gorunuyorlar. Belki de, kisa sureli de olsa bu tip yerlerde yasarken yerel halkla bir kac kereligine de olsa sohbet etme imkani bulmanin bir neticesi olsa gerek.
Bir de, kasaba olarak anilan ama, evlerin kocaman bahcelerinin oldugu, Desperate Housewives dizisindeki Wisteria Lane benzeri sokaklari ile adeta olu topragi serpilmis izlenimi birakan, eve ne giren ne de cikan kimseyi gormediginiz, komsunuz olse ruhunuzun duymayacagi, sokaklarda cocuk gorseniz sevincten havalara ucacaginiz, elinde kopegiyle aksam gezmesine cikan yasli insanlariyla amerikanin bir o kadar aci bir o kadar da utanc verici tarafini goruyorsunuz bu tip yerlerde. Bir o kadar da enteresandir, postacinin evinizin kapisina bestbuy'dan aldiginiz herhangi bir elektronik esyayi birakacagi kadar da guvenli yerler buralar. Ev ya da garaj kapisini acik unuttugunuzda telaslanmayacaginiz, yazin cimlerini duzenli olarak kesmekle, kisin da evinizin onunden gecen yolun karlarini temizlemekle mukellef oldunuguz, cop toplama gunlerinde normal coplerin ve geri donusumlu artiklarin ayri ayri toplandigi, gelir seviyesinin oldukca yuksek oldugu yerler buralar. Ornek olarak New Jersey'de Voorhees, Washington, Florence townshipleri verebilirim.

Son soz olarak, Amerika'da yapilacak belki de en yanlis seylerden biri genelleme yapmak diyor olsam da, bugune kadar gordugum yerlesim yerlerini soyle bir toparlayip farkli bir pencere acmak istedim. Atladigim ya da yanlis degerlendirdigim noktalar olabilir. Affiniza siginarak, katkilarinizi bekledigimi hatirlatirim.

Amerika'da Turkiyeli gibi yasamak...

Gecen gun paterson'daydik. amerika'nin en yogun turk nufusuna sahip yerlesim yeri paterson. Oyle ki, main steet uzerinde sagli sollu turk marketleri, video/muzik magazalari, restoranlari, berberleri ve cadde uzerinde yuruyen turkce konusan insanlari ile insana kisa sureli de olsa bir memleket havasi yasatiyor. Aslinda, paterson'i sehir olarak bir turlu sevemedim. gocmenlerin yasadigi bir bolge olmasindan ziyade oldukca yogun bir zenci nufusa da sahip bu bolge. belediyesi hemen hemen hic calismiyor desek yalan olmaz. Cunku ne zaman gitsek ya copler toplanmamis, ya da yollari sokaklari kir icinde bir manzara ile karsilasiyoruz. Ozellikle de South Jersey'de yasayan biri icin pek de cazip gelmiyor New Jersey'nin nufus yogun kalabalik kuzey bolgeleri. Yine de bu seferki seyahatimiz bana bir sekilde paterson'i sevdirdi.

North Jersey regional olimpiyatlarda tum dallarda birinci olan Turk okulu Pioneer Academy of Science'i ziyaret ettik once. Ardindan, Yakamoz restorant'ta nefis bir Konya etli ekmek yedikten sonra Istanbul Market'ten ramazan pidesi, bir kac turk biskuvisi alip yola koyulduk. Amerikada gecen gunlerimde boylesine Turk ve memleket kokan bir gun elbette ki insana gurbette farkli bir heyecan katiyor. Sokaklarinda yururken bile kisa sureligine dahi olsa o heyecani duymak guzel. Bir gun yolunuz bu taraflara duserse, Amerika'yi gormek adina degil, Turk oldugunuz hatirlamak ve anavatandan binlerce kilometre otede yurdumuz insani hissine kapilmak arzusundaysaniz, Paterson'i mutlaka gorun derim ben.

Amerikan marketlerinde Türk ürünleri....


Size bu satırlarda bir çok defa Amerikada yediğimiz Türk ürünlerinden söz etmiştim. Bugün daha farklı bir tecrübemi paylaşmak istiyorum. New Jersey'de gerek çeşit gerekse fiyat açısından tercih edilen pek çok alışveriş merkezlerinden biri Shop Rite. Biz de zaman zaman illa da Türk mali olmasına gerek yok dediğimizde ya da Amerika'ya özgü bir takım gıda maddelerini bu marketlerden temin ediyoruz.

Bir keresinde yine Shop Rite'ta dolaşırken sıvı yağ reyonuna uğradık. Bitkisel yağları pek sevmeyen biri olarak hiç olmazsa mısır özü yağı alalım diye raflara göz gezdiriyordum. Sonra gözüme zeytinyağı şişeleri ilişti. Muhtemelen İtalyan malıdır diyerek çok da dikkat etmedim. Ama üzerindeki Aegean yazısı birden dikkatimi çekti ve şişenin arkasını çevirdiğimde Product of Turkey ibaresini gördüm. Lio markasıyla piyasaya sürülen bu zeytinyağları gerçekten de Türk malıydı. Hesapta olmamasına karşın bir şişe almadan gelmeyelim dedik.

Bugün de benzer bir olay yaşadım. Bir başka alışveriş mağazası Pathmark'ta yine rutin bir alışveriş günündeyiz. Birdenbire gözüme incir ilişti. Bundan bir kaç hafta kadar önce bu civarda gıda sektöründe iş yapan bir Türkle konuşurken Amerika'da da incir yetiştiğini öğrenmiştim. Ama bu incirler bizim memleketin incirlerine benziyordu. Evet, yanılmamıştım etikete baktığımda yine Product of Turkey ibaresini gördüm. Hemen bir kutu aldım tabii ki. Benden bir kaç dakika sonra bir Amerikalının da incir aldığını görünce bir hayli sevindim. İncirin hemen yani başında bir de ne görsem beğenirsiniz, Malatyanın meşhur kayisisi. Hemen bir paket de bundan aldım ve resimlerini çektim. Birazdan da inşallah afiyetle yiyicem.

Sözün kısası, Amerikan marketlerinde ülkemizin mamüllerini görmek gurur verici. E tabi, aklınızda olsun bir gün sizin de yolunuz bu marketlere düşerse bir kaç paket de almadan geçmeyin.

İlave not: Amerikan marketlerinde bulabileceğiniz türk ürünlerini listeleyen blog:  http://madeinturkiye.blogspot.com

 

New Jersey'de bir nehir yolculugu...


Gezdikce goruyor, gordukce yasadigini hissediyor insan. etrafinda olup bitenleri yakalabilmesi icin de zamana ihtiyca duyuyor elbette. biz de bu firsatlari kacirmayip bir kac yeni mekan daha gorup icimiz acilsin, biraz daha huzur bulalim telasindayiz. nitekim, gectigimiz persembe gunu bir vesileyle orta new jersey'nin batisina dogru yol aldik. haritadan, yol bilgilerini aldigimiz lambertville kasabasina dogru yolculugumuza basladik. baskent trenton in kenarindan gectikten sonra, yolculugumuz delaware nehri boyunca devam etti. Amerika'da en sevmedigim sey otoyollarda seyahat ederken yanindan gectiginiz sehirleri, kasabalari goremiyor olmaniz.illa ki bir exit'ten cikmalisiniz ki soyle bir etrafi gorebilesiniz. Bu yuzden de state route ya da county route olarak da bilinen ara yollari daha cok seviyorum. Bu yolculukta da Trenton sehrinin tam icinden gecen route 29, keyifli bir yolculuk yapmamiza imkan verdi.

Trenton in sonrasinda yol boyunca nehir manzarasi ve nehrin karsi yakasindakine pennsylvania eyaletine baglayan devasa kopruler de yolculugun diger keyifli unsurlariydi. West Amwell diye bilinen kasabaya yaklastikca nehir kenarindaki parklar, sag tarafimizda yukselen kayaliklar, ormanlik bilge ve eski tip kasaba evleri de gercekten gorulmeye degerdi. Bir kac defa kucuk yerlesim yerlerinden gecmis olmama ragmen, bu kasaba bana her zamankinden farkli gorundu. Tarlalar, hayvan ciftlikleri, kucucuk bir marketin bulundugu alisveris kompleksi bile bu sicacik havayi vermeye yetti de artti. Ozetle, yolunuz bu taraflara duserse, iki eyaleti birbirinden ayiran Delaware nehri boyunca yolculuk yapmanizi, baskent Trenton'i gezdikten sonra kuzeye dogru yolunuza devam etmenizi, sonrasinda Washington Crossings State Park'ta bir tur atmanizi, ardindan Lambertville dolaylarinda o kucucuk kasabalari gormenizi siddetle tavsiye ederim.

Gunluk dilden inciler...

Ingilizce ogrenmeye kac sene once basladiniz, ya da senelerdir ingilizce ogrenip duruyoruz da kacimiz iki kelime edip dogru duzgun konusabiliyoruz? Dil konusuldugu ulkede ogrenilir, ya da dil dile degmeden dil ogrenilmez turunden ifadelere deginmeyecegim. Sadece, buraya yani Yunaytid Steyts of Amerikaya gelince gunluk hayata karisinca insan dilin inceliklerini cok daha net musahade edebiliyor. Gunluk amerikan ingilizcesinde oyle ifadeler var ki, gorunuste basit olmasina karsin insana konusabilme rahatligi verdigi icin oldukca ise yariyor. Ornegin, bir kac haftadir gormediginiz birine, biraz da zenci agziyla "Long time no see man" diyebilir, hintli bir kasiyerin Dunkin Donuts'ta sizi What's Up Buddy diye selamlamasiyla Bu ne samimiyet, ne oluyoruz turunden anlamsiz triplere girebilir. ya da hafta sonu gormediginiz birine aslinda hiz mi hic umrunuzda bile olmadigi halde "How was your weekend?" sorusunu sorup "ya iste, muhabbet olsun" diye gecistirebilirsiniz. Bir amerikali da eger ciddi bir sey basina gelmediyse bu soruya cosku icinde "Excellent" diye karsilik verecektir. Bu ve benzeri ifadeleri ogrenmenin bir yolu da amerikan filmleri izlemek hic suphesiz. Tabi, bu ve buna benzer bir kac cumleyle de ingilizce ogrendim diye ortalarda gezmeyin. Karsiniza bir redneck cikiverir de aman Allahim bu hangi dili konusuyor boyle deyip dil ogrenmek adina harcadiginiz yillariniza oturur aglarsiniz...

U-Scan

amerikaya gelince teknolojinin hayatin hemen her alanina cok hizli bir sekilde girmis oldugunu goruyor insan. belki alismisliktan, belki de herkesin yogunlugundan kimse de yeni bir sey ciktiginda bizdeki gibi oyle etrafina toplanip da bozma pahasina da olsa saldirmiyordur herhalde.
gunluk hayatta soyle bir etrafiniza baktiginizda ulkemize kiyasla pek cok alanda amerikaya has bir takim yeniliklerin coktan hayatin bir parcasi haline gelmis oldugunu gorebilirsiniz.
Ornegin, bizdeki gibi gazete satan bufelere rastlamazsiniz. Gazete almak icin pek cok farkli yol deneyebilirsiniz. Buyuk bir supermarkete gitmek ya da buyuk sehirlerde cadde baslarinda gazete satan seyyar saticilardan temin edebileceginiz gibi, sokak uzerlerinde icine bozuk para atinca atilan gazete makinelerinden de almak mumkun.
O degil de benim asil bahsetmek istedigim u-scan adi verilen kendi alisverisini kendin yap sistemi. Bazi marketlerde eger az urun aldiysaniz express kasalardan hizli gecis yapabilirsiniz. Simdi bunu daha da hizlandiran bir yontem var. Aradaki kasiyeri aradan cikaran bu sistemde checkout'a yani odemeye geldiginizde once sirasiyla aldiginiz urunleri barkodlarini okutarak sisteme giriyorsunuz ve ardindan odemeyi nasil yapacaginizi seciyorsunuz. Nakit ya da kredi karti secenekleri mevcut ve odemeden sonra artik gitmeye hazirsiniz. Acikcasi ben tuttum bu sistemi, hele de amerikan marketlerinde marketin yarisini satin almaya kalkan insanlarin sayica ne kadar cok oldugunu dusunurseniz, zaman kazanmak adina tercih edilebilir.

Plaka yazilari ve tampon edebiyati hakkinda...

Amerika'da araba sahibi olan pek cok kimse iyi bilir. 30-40 dolar kadar bir fark odeyerek plakaniza istediginizi yazdirabilirsiniz. Bu kimileri icin oldukca cazip bir sey olsa gerek. Zira Turkiye'de kisiye ozel plakasi olanlarin sayisi parmakla gosterilecek kadar azdir. Hemen her gun trafikte bu ozel plakalara rastlamak mumkun. Kimi zaman da -resimde goruldugu uzere- Turk vatandaslarimizin iclerindeki hislerin bir nevi disa vurumu olarak da yorumlanabilecek plakalar gorebiliyorsunuz. Ornegin bugun 295'te giderken muhtemelen sahibinin Turk oldugu bir aracin plakasinda AGA yaziyordu. Evet, kucuk bir aytinti belki ama amerikanin farkli yonlerinde biri de saniyorum bu plakalar.
Peki, bizdeki gibi kamyoncu kulturu var mi diye soracak olursaniz, ben pek ticari araclarda bu tarz yazilarla karsilastim diyemem. Ama sahis otomobillerinde Savas karsiti yazilar ( No to War) Polise methiyeler ( I Love Cops ) Iraktaki askerileri destekleyen ifadeler ( Support our Troops ) ve daha farkli onlarca sticker'a rastlamak mumkun. Malum, bu ulkede otomobil gunluk hayatin vazgecilmez bir parcasi. Dolayisiyla bu tur ifadelerin olmasi da elbette kacinilmaz.

Okyanusa Uzanan Bir Yolculuk

Yazdan kalma bir günden deyip güneş ışığının tüm cazibesine dayanamayarak attım kendimi yollara. istikamet okyanus kiyişinda herhangi bir yer, bir süreliğine maviliklere dalıp gitmeye müsait bir sahil kasabasıydı. New Jersey'de eyelaeti bir uçtan diğer uca bağlayan pek çok yol var. Bu kez, güneyde doğu ve batıyı birbirine bağlayan 30 nolu yolda okyanus tarafına doğru hem bir yandan yeni yerler görmek hem de yolun sonunda denize açılmak üzere yola koyuldum. Yol boyunca görülmeye değer parkları, ormanları, göletleri ve hayvan çiftlikleri ile sırasıyla Berlin, Atco, Hammonton, Abşeçon kasabaları ve Egg Harbor City'den geçerek Atlantic City'ye vardım. Bir önceki yazıda da söylediğim gibi, amaç yeni yerler görmek olduğu için otoyolu değil bir ara yolu tercih ettim. Yani, daha kestirme olarak bilinen Atlantic City Expressway'den gitmedim.
 
Yaklaşık bir saat süren bir yolculuk sonrasında Atlantic City'ye vardım. Bugüne kadar bu şehir hakkında yaygın olarak bilinen bir gerçek var ki, o da insanların bu şehre kumar oynamak için geldikleri. Hakikaten, şehrin girişinde koca koca levhalarla sizi kendi casino'larına davet eden pek çok kumarhaneye şahit olabilirsiniz. A.C, bugüne kadar gördüğüm şehirler içinde farklı bir düzene sahip olmasıyla dikkatimi çekti. Öncelikle, her bir caddeye bir eyaletin ismini vermişler, Maryland Ave. Virginia Ave. gibi. Biraz Washington D.C.yi çağrıştırdı bu özelliğiyle. Sonrasında şehir kışın ortasında olmamıza rağmen canlılığı, kalabalıklığı ve yoğun trafiğiyle bir cazibe merkezi olduğunu bizlere gösteriyor zaten.

Trafik oldukça yavaş akıyor, bu yüzden şehre gelirseniz otomobilinizi şehrin girişinde bir yere park edip, bizim minibüslere benzeyen şehir içi ulaşım araçlarını kullanmanızı tavsiye ederim. Zira her 100 metrede bir trafik ışıklarına yakalanmak yerine sherin caddelerinde yürümek çok daha keyifli olsa gerek. Resimde görüldüğü üzere, şehre trenle de ulaşım mümkün.

Bu keşmekeşliğiyle aradığım sahil kasabası atmosferini bulamadığım A.C.yi bu kez Atlantic City Expressway otoyolundan kaçarak terk ettim. Biraz daha güneye Cape May'e doğru uzanma düşüncesiyle Garden State Parkway'e girdim ve Ocean City tabelasını görünce bir de burayı görelim bakalım dedim kendimce. İyiki de öyle yapmışım. Sakin sokakları, küçük yerleşim alanı ve ücretsiz araç parkı imkanıyla Ocean City gerçekten bir sahil kasabası tadındaydı. Zaten şehre girer girmez tabelalar sizi doğrudan plaja götürüyor.

Resimde az çok seçildiği üzere, kumsalı ve kayalıklarıyla sahil şimdilik boş. Duyduğuma göre okyanusun suyu haziran ayında bile oldukça soğuk oluyormuş.

Sahil boyunca tahtadan kurulu yürüme yolu ve yol boyunca irili ufaklı alışveriş dükkanlarıyla Ocean City, yaz ayları için güzel bir tercih olabilir.

Pennsylvania'dan tabiat manzaraları

Amerika'nın doğu eyaletlerine gelen pek çok kimseden hemen hemen aynı yakınmayı ışıtırsınız. Bu ülkede hiç dağ, tepe yok mu, her yer hep böyle düzlük mü? Hakikaten, New Jersey, Maryland, Virginia ve New York dolaylarında ne bir yükselti ne de bir tepe görmeniz imkansızdır. O yüzden dağ yürüyüşü vb. hobileriniz varsa yaşayacağınız eyaleti seçerken bunları göz önünde bulundurmalısınız.
 
Bizim gibi, memleketin dört bir yanı sıradağlarla çevrili bir ülkenin insanı şöyle etrafına baktığında karlarla kaplı yüce dağlar görmek istiyor zaman zaman. Hatta, Baltimore'da bir Koreli arkadaşım bu ülkede en çok dağda kamp kurmayı özlediğini söyler dururdu.
 
Peki durum bu kadar çaresiz mi? Elbette hayır. Az önce sıraladığım eyaletlerde her ne kadar herhangi bir yükselti bulamasanız da Pennsylvania eyaleti'nde bu hasretinizi giderebileceğiniz pek çok seçenek mevcut. Sırayla bu doğa güzelliklerinden söz etmek istiyorum.
 
Güney-doğu pennsylvania'da yaşayanlar ya da bu bölgeye yakın olanlar için ilk alternatif Pocono dağları. Yaklaşık olarak Penssylvania'nın merkezinde bulunan bu bölge, kışın kayak turizmi için yazın da kamp yapmak için oldukça tercih edilen bir ilgi merkezi. Bu bölge hakkında bilgi almak, gezip görülecek yerleri yakından tanımak ve kalınacak yerlerin listesini almak için Pocono Mountains web sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Pennsylvania, doğa güzellikleriyle özellikle de birbirinden güzel golleriyle adeta bir Türkiye'nin goller yöresini çağrıştırdı bende. Özellikle, Pocono bölgesini geçip biraz daha kuzeye gittiğinizde, yamaç üzerine kurulmuş bir şehir görüntüsünde olan Scranton ve civarındaki irili ufaklı göller, yol kenarından akan dereler, Amerika'da ender rastlayacağınız köyler ( village ) insana bambaşka duygular yaşatabiliyor.
 
Örneğin, Amerika'nın köylerinin bile kendine has bir yerleşim düzeni olduğunu, çiftliklerin ve tarlaların arasında yükselen evlerin kalite ve estetik yönünden büyük şehirleri aratmadığını, benzin istasyonlarından tutun da WalMart'a kadar her türlü imkanın 5-10 mile kadar yakınlarda olması bu sözünü ettiğim farklılıkları gözler önüne seriyor.

Scranton yakınlarında Lake Winola isminde bir köyden geçme fırsatım oldu. Golden ismini alan bu yerleşim yeri etrafı tamamen göle nazır evlerle çevrili sessiz sakin bir kasaba görünümünde. Öyle ki, golün sadece dörtte biri kenarına arabanızı çekip güzelim manzarayı izlemenize olanak tanıyor.

Pennsylvania'dan söz açılmışken herhalde Penn's Cave adındaki mağara ve hayvanat bahçesinin bulunduğu tabiat parkından bahsetmeden olmaz diye düşünüyorum. Eyaletin bana göre oldukça batısında kalan bu doğa harikası bana yine bizim Göller Yöresi'ndeki mağaraları hatırlattı. Eğer fırsatınız olursa bu taraflara yolunuz düşerse bu güzellikleri temasa etmekten geri durmayın derim. Pennsylvania hakkında elbette daha bahsedilecek çok şey var, ama şimdilik ben yalnızca gördüklerimle yetineyim.

Syracuse Türküleri


Pennsylvania'dan sonra yolumuz bu kez New York'a düşmüştü. Pek çokları New York deyince Times Square, Manhattan, Brooklyn, Queens'i hatırlar ki bu sözü edilen yerler New York City'de bulunmaktadır. New York esasen bir eyaletin adıdır ve başkenti Albany'dir. Bu yazıda New York eyaleti sınırları içerisinde bulunan Syracuse şehrinden söz etmeye çalıcağım.
 
Öncelikle yol güzergahımızdan başlamak istiyorum. Yine Philadelphia üzerinden başlayan yolculuğumuzun ilk yarısı 476 adında 2.5 saat süren ve Penssylvania eyaletini bir uçtan diğer bir uca bağlayan otoyol üzerinde geçti. Bu yolun bitiminde ( Scranton yakınlarında ) 81 adında bir başka yola bağlanıyorsunuz ki bu yol Güneyde Harrisburg dolaylarında başlayıp sizi Syracuse'a bağlıyor. Yol üzerinde Welcome to NewYork, The Empire State tabelasıyla karşılaşıyorsunuz bu da artık Penssylvania eyalet sınırlarından çıkıp New York içinde yolculuğa başladığınız anlamına geliyor.
 
Resimde 476'dan bir kare görmektesiniz. Bu yol yaklaşık 3 saat boyunca böyle iki şerit devam eden, yol kenarında shoulder bulunmayan daracık bir yol. Aynı zamanda Penssylvania Turnpike olarak da bilinen bu yolda normalde hız sınırı saatte 65 mil. Kendimden biliyorum bu yolda 80'in altında giden araba hemen hemen yok gibi.
 
Bu resimde 81 nolu yola baktığınızda 476'nin aksine en az 3 yer yer 4 şeritli, karşı istikametten gelenlerle aranızda ciddi bir mesafenin olduğunu ve yol boyunca yemyeşil dağları, tepeleri göreceksiniz. New York eyaleti de en az Penssylvania kadar yeşil ve irili ufaklı gölleriyle insana yaşama sevinci katıyor.

Gelelim Syracuse'a. Yaklaşık 300 bin nüfusuyla bu kentin her geçen sene nüfus kaybettiğini öğreniyoruz. Fabrikaların kapandığından filan söz ettiler. Kışın havaların oldukça sert olduğunu ve hemen şehir kenarındaki golün Kanada'dan gelen şiddetli soğukları şehre çektiğini ve civar yerleşim birimleri içinde bu şehrin kışlarının bir hayli çetin geçtiğini öğreniyoruz. Syracuse'a girişte ilk dikkatimizi çeken şehir merkezindeki hareketlilik oluyor. Syracuse Üniversitesinin şehre ayrı bir değer kattığını ve bu kalabalıkların öğrenciler olduğunu öğreniyoruz. Alışageldiğimiz Amerikan şehirlerinin aksine ( hususan benim hasretini çektiğim ) sokaklarda yürüyen ınsanlar, bizde de çıkıp dolaşma isteği uyandırıyor. Ama biz yine de arabayla geziyoruz. Şehrin dört bir tarafına uzanan yollar, gol kenarından şehrin gece manzarasını bizlere armağan ediyor. Geniş caddeleri ve Avrupai tarzdaki eski binaları ile biz bu şehre gönlümüzü kaptırıyoruz neredeyse.
 
Resimde bir kafetaryanin kaldırım kenarındaki masalarında oturan üniversite gençlerini görüyoruz.
 
Netice itibariyle Amerika'nın her bölgesinin kendine has ayrı bir güzelliği ve planlama estetiği bulunduğuna bir kez daha şahit oluyor, gezdiğimiz yerleri hafızamızın bir kenarına not ederek şehre veda ediyoruz.
 
( şimdi bu yazının başlığı neden syracuse türküleri diye merak edenlere, yol boyunca dinlediğimiz selanik türküsü'nü armağan ediyorum )

Boys of Baraka filmi üzerine


Yakın dostlarım zaman zaman amerika'da neler gördüğümden çok neler yaptığıma dair haberler almak istiyorlar. Kimi zaman günlük hayatta başımdan geçenleri bir kenara kaydetsem sanırım ilerisi için oldukça istifade edebileceğim notlara sahip olurdum diye de aklımdan geçirmiyor değilim. Amma ve lakin gerek yoğun tempodan gerekse bu düşüncenin bireysel öncelikler sıralamasında bir türlü üst sıralara çıkamıyor olmasından pek çok şey gibi arka plana atıyorum.

Malum, bu ülkede eğitimle bir şekilde münasebetimiz var. Bir yandan okuyor, öğreniyor, bireysel gelişimimizi sürdüyor, diğer yandan da öğretmeye gayret ediyoruz. Bildiğimiz bir şey yok, sadece bir ara geçirgen işlevi görmeye çalışarak zamanında hazmettiklerimizi bir başkasına aktarıyoruz.


Başlıkta sözünü etmeye çalıştığım filme dönecek olursak, Amerika'ya dair derinlemesine bir analiz yapma isteğimin bu ve benzeri yaşanmış olaylarla pekiştiğinde gerçeğe daha yakın tahlilere dönüşeceğinin altını çizmek isterim.

Evvela, sizlere kısaca bu belgesel filmden söz edeyim. Baltimore, Amerikanın en yoğun zenci nüfusuna sahip şehirlerinden bir tanesi. Vakti zamanında Sivil Savaş yıllarında, güneyde köle olarak çalışan zenciler, kuzeylilerin özgürlük yanlısı olduğunu öğrendiklerinde kuzey-doğu'daki bir kaç eyalete sığınmak için kaçmaya başlamışlar. Bu dönemde zencilere sonuna kadar kapılarını açan şehirlerden biri de Baltimore olmuş. Zamanla artan zenci nüfusu, Baltimore'un siyahi yoğunluğunun kontrol edilemez bir boyuta gelmesiyle artk ciddi bir probleme dönüşmüş. Zenciler, uyuşturucu kullanıp sokakta bunu satmakla yalnızca kendilerine zarar vermeyip aynı zamanda hırsızlık, adam öldürme, silahlı soygun gibi suçlarla artık şehrin güvenliğini de ciddi bir biçimde tehdit eder hale gelmişler. Hapishaneler artık mevcudun üzerinde kapasiteyle dolmuş. Devlet bu konuda bir şeyler yapma vaktinin geldiğinden hareketle konuya bir kaç değişik açıdan çözüm önerileri getirmeye çalışmış.

Bunlardan bir kaçını sıralayalım:

1. Her şeyin eğitimden geçtiği varsayımıyla bu bölgelerde çalışacak öğretmenlerin maaşlarını astronomik rakamlara yükseltmişler, ancak güvenlik gerekçeleriyle talep fazla olmamış.

2. Zenci nüfusun yoğun olduğu bölgelere beyaz Avrupalı göçmenleri yerleştirme politikası geliştirilmiş, hatta bu göçmenlere Ahiskalı türkleri de katmak gerekir ki bu da sorunu çözecek gibi görünmüyor. Zira az bucun durumunu düzelten aile bu mahallelerden kaçıyor ve daha temiz nüfusun olduğu yerlere yerleşmeyi düşünüyor.

3. Eğitimde bir takım radikal almak durumunda kalmışlar ki, sözü geçen film de bu projelerden birini ele almakta.

Baltimore'da lisede okuyan öğrencilerin yüzde 76'sı mezun olamıyor. Evet, yüzde 76 gibi çok ciddi bir oranda öğrenci okulu bitiremiyor. Amerikan eğitim sistemini az buçuk bilenler bunun ne denli vahim bir durum olduğunu anlayacaklardır. Zira amerika'da herhangi bir public school'a ( devlet okulu) afedersiniz esseği bağlasanız mezun olur. Zaten sınıfta kalma sistemi diye bir konu mevzu bahis değil. Öğrenciler, belli temel bilgileri alsınlar, nasıl olsa hesap makinesi var, teknolji var, para üstünü bile saymaya ihtiyaç duymayan hatta bunu yapamayan birer robot olarak mezun oluyorlar. Konumuz bu olmadığı için daha fazla detaylandırmak istemiyorum. Yüzde 76'nin içine okuldan defalarca atılanlar, eyalet içinde bir daha herhangi bir okula alınmaması kararı verilenler, hapse girenler ve bir şekilde hayatını kaybedenler de dahil.

Böyle bir ortamda sadece hayatta kalma mücadelesi veren 10 öğrenciyi seçiyorlar ve iki yıllığına Kenya'da Baraka School adında yatılı bir okula gönderiyorlar. Niçin Kenya, çünkü orası bir Afrika ülkesi ve bu çocukların ataları nihayetinde Afrika'dan gelmişler.

Okulun öğretmenleri Amerikalı, okulda zaman zaman elektrik kesintileri şu kesintileri oluyor. İnternet televizyon ya da diğer teknolojik imkanlar yok. Çocuklara zaman zaman halkın yaşadığı durum gösteriliyor ve bakın bu insanların yiyecek yemekleri, elektrikleri ve suları yok deniyor.

Çocuklar ilk başta durumu kabullenmekte zorlanıyorlar. Hakikaten amerika'da yaşayan herhangi bir insanı alıp böyle bit ortama koysanız bir hafta dayanamadan çekip gider.
Okuldaki eğitim sistemiyle ilgili anlatılacak çok şey var ama en iyisi filmin kendisini izleyip görmek diye düşünüyorum.

Okul birinci yılın sonunda güvenlik nedenlerinden dolayı kapanıyor ve bu çocuklar Baltimore'da eski okullarına geri dönmek zorunda kalıyorlar. Tüm bu süreç başından sonuna kadar belgesel olarak kayda geçiriliyor ve çocukların eski okullarına döndükten sonra hayatlarının yine eskisi gibi olduğu gerçeğiyle film noktalanıyor.

Filmin resmi web sayfasına gitmek için burayı tıklayın: http://www.theboysofbaraka.com/

Film hakkında daha ayrıntılı bilgi almak, çocukların bugün ne halde olduklarını öğrenmek istiyorsanız PBS'in ilgili sayfasına gitmek için tıklayın.

http://www.pbs.org/pov/pov2006/boysofbaraka/

Peki, filmi nereden temin edebilirim diyorsanız da burayı tıklayın.
http://www.netflix.com/Movie/The_Boys_of_Baraka/70044382?trkid=188469